Marmara mermeri Türkiye’nin marka değerine sahip doğal taşlarının başında gelir. Binlerce yıldır bu mermer ile heykeller yapılmış, saraylar süslenmiş, hamamlar inşa edilmiştir. Marmara adasında antik dönemde açılmış mermer ocakları açık hava müzesi olarak günümüze kadar varlığını korumutur. Ada’da bulunan ve ülkemizin ilk mermer üretim merkezi olma özelliğini de taşıyan fabrika da, bu toprakların madencilik kültürünü bizlere göstermesi açısından hala oldukça önemlidir.
Marmara (marmor) kelimesinin kökeni Rumca’dan gelir ve anlamı “mermer”dir. Marmara mermeri; adaya, denize ve bölgeye ismini vermiştir. Bunun sebebi Roma ve Bizans İmparatorluklarından bu yana süregelen, Osmanlı döneminde de devam eden mermer ocaklarındaki çalışmalardır. Son mübadeleye kadar Marmara Adası’ndaki Rum halkının çalışmaları devam etmiştir.
Marmara Adası’nın geçmişinde de mermer üretimi önemli bir yer tutmaktadır. Ada’da 2.700 yıllık yontma mermer heykel tespit edilmiştir. Marmara mermerini Efes ve Truva uygarlıklarında, Venedik’teki San Marco Bazilikası’nda, Filistin’deki Mescid-i Aksa’da, Almanya’daki sanat müzesinde, Türkiye’nin çeşitli yerlerindeki Bizans ve Osmanlı medreselerinde, ibadethanelerde, saraylarda ve bunun gibi pek çok tarihi yapıda görmek mümkündür. Tarihte lüksün, ihtişamın, gücün ve zenginliğin göstergesi olagelmiştir.
Günümüzde, Marmara Adası’nda 3.500 kişi yaşamakta ve bu insanların büyük bölümünün mermercilikle uğraşmaktadır. Hayatın tamamıyla mermer endüstrisi üzerine kurulduğu Marmara Adası’nın tüm ekonomik yapısı mermer sanayi ve yan sanayilerine bağlıdır. Ada’da yapılan arkeolojik araştırmalarda Antik Çağ döneminden yani 3.000 yıl öncesine ait mermer işçiliğine dair kalıntılar bulunmaktadır. Yine Roma dönemine ait bulunan mezar taşlarından buranın mermercilikle geçinen bir bölge olduğunu anlaşılmaktadır. Antik Çağ’dan günümüze kadar da mermer bu adanın kaderi durumunda.
Ünlü gezgin La Motraye’nin Anadolu izlenimlerini anlattığı seyahatnamesine; Marmara Adası ve Saraylar’dan şu şekilde bahsetmektedir: “4 Ocak 1710, rüzgâr elverişli olduğundan Erdek’ten Marmara’ya yelken açtık. Gece Palatia’ya vardık. Burası adanın kuzeyinde büyük bir köydür. Civardan çıkarılan mermer buradan yüklenir. Rüzgâr kaldığından ve ters döndüğünden, köye 1 mil uzaklıkta en zengin ocağı görmeye gittim. Orada, ‘Valide’nin Üsküdar’da yaptırdığı cami için mermer çıkartılıyordu. Marmara Mermeri’ne “Cyzicenum Marmor” adı verilmektedir ve yapısı, ince kumlu, beyaz, yumuşak ve menekşe rengi damarlıdır.” ifadeleri yer almaktadır.
Günümüzde de Türkiye’nin mermer ihtiyacının % 20-30’unu Marmara Adası karşılamaktadır. Ada mermerleri, ülkemiz mermer ihtiyacını karşıladığı gibi, yurtdışındaki yapılarda da sıkça tercih edilen bir doğaltaş türüdür. Örneğin, Madrid’deki Diagonal Residence, New York ve Las Vegas’taki Trump Towers, Washington DC Water Hotel ve daha pek çok projede Marmara mermerine rastlayabilirsiniz. ABD’de ve Avrupa’da lüks otel lobilerinde, banyo duvarlarında, restoran döşemelerinde tercih edilmiş önemli bir mermer cinsidir.
En Eski Mermer Fabrikası
Türkiye’nin en büyük mermer rezervlerine sahip Marmara Adası, ismini de Mermer’den (Marmor) almaktadır. Roma döneminden günümüze dek “Palatia” (şimdiki adı ile Saraylar) beldesinde çıkartılan mermer, buradaki ocaklarda işlenerek, kosterler vasıtası ile yakın ve uzak limanlara ulaştırılmaktadır. Eskiden beri bu ocaklardan çıkarılan mermerler heykeltıraşlıktan ziyade mimari eserlerde kullanılmıştır. Bunun nedeni her ne kadar renkli mermerler kadar değerli olmasa da, metrelerce ve çatlaksız blok taş verebilmesidir.
Marmara Adası Saraylar beldesinde, Abruz koyu ile Yana Manastırı arasında kalan, eski adı Panormi’de (şimdiki ismi ile Mermercik Limanı’nda) Türkiye’nin ilk mermer fabrikası 1912 yılında kuruldu. Unkapanı’nda bir mermer atölyesi işleten Kayserili Mehmet Bey böylesine büyük mermer rezervlerine sahip olan Ada’nın fabrikadan yoksun oluşuna şaşırmış, kayıtsız kalamamıştı.
Zamanın armatörlerinden Paşabahçeli Hakkı Bey ve Manizadeler’den Hasan Bey birleşip, Marmara Adası’nda ilk mermer fabrikasını hizmete açtılar. Fabrika, İngiliz-Belçika ortaklığı ile inşa edilmiştir. 1912-1930 yılları arasında faaliyet gösteren fabrika, ortaklar arasında çıkan anlaşmazlık sonucu satılmıştır. Salih Sabri Karagözoğlu tarafından 1930 yılında alınıp yeniden üretime başlayan blok mermer taş kesme fabrikası, faaliyetini 1974 yılına kadar sürdürmüştür.
Sekiz katrağın (sanayi tipi testere makinası) bulunduğu fabrikada tüm makineler buharla çalışmaktaydı. Makinelerin ihtiyacı olan kömür ve kum gemiler aracılığı ile adaya getiriliyordu. Kullanılan makinelerin hiçbiri elektrikli değildi! Ocaklardan getirilen bloklar ray üzerinde hareket eden bir vagon vasıtasıyla içeriye alınıyordu. Buharla sağlanan hareket, miller vasıtasıyla katraklara aktarılıyordu. Kasnaklar vasıtasıyla hareketi sağlanan katraklar işini bitirdiğinde, başka boş bir kasnağa geçirilerek makinenin durması sağlanıyordu.
Sistemde kullanılan su ve kum da yine buhar gücünden yararlanarak hidrolik pompa sistemiyle devir daim ettiriliyordu. Bu sistemde, kum kazanlarına basılan su, pompalar vasıtasıyla çekilerek karıştırılmakta, eleklerden geçtikten sonra, katraklardaki kesilen mermer bloklarının üzerine akıtılıyordu. Günümüzle karşılaştırdığımızda, 3-5 saat gibi kısa bir sürede kesilen blokların kesimi bu yöntemle 5 gün 5 gece sürmekteydi. Ortalama olarak saatte 1 cm kesim yapılıyordu. Kullanılan kum ve dişsiz çelik testere, elmas görevi görmekteydi.
Bu fabrikada biçilen taşlar dışarıdan gemilerle bu iskeleye geliyor, insan gücüyle raylardan içeriye alınıyor ve biçiliyordu. Marmara taşı da kamyonlarla fabrika sahasına alınıp, vinçle indirilerek, burada biçiliyordu. Bir taş yaklaşık bir haftada bitiyor, biçilen taş da tekrar raylar vasıtasıyla buradan gemiye yükleniyordu. Bu sistemle kesilen mermer blokları aynı vagona konularak limana indirilmekteydi. Plakalar limanda insan gücüyle geminin ambarına alınıyordu ve gemi dolana kadar da bu işleme devam edilmekte ve İstanbul’a, İzmir’e ve Türkiye’nin her yerine gönderilmekteydi.
Yıllar sonra fabrikada ustabaşı olarak çalışan bir işçi kendisi ile yapılan röportajda “Bu fabrikanın ana makinesi buharla çalışıyordu. İlk hareket, ana makineden ana mile, ondan sonra da kesim makineleri katraklara hareket veriyordu. Yedi katrak bir tarafta bir katrak da burada, toplam sekiz katrak çalıştırıyor. Bütün çalışan makineler, su pompaları, buhar pompaları hepsi kayış vasıtasıyla çalışıyordu. Hiç elektrikli makine yoktu. Katrakların çalışma şekli ise; “1 nolu katrak” kasnak vasıtasıyla çalışıyordu. Güç aşağı-yukarı ilk ufak kasnakla iniyor, blok girdikten sonra makine iniyordu. Makine işini bitirdiğinde, kesin durması lazım. Buradaki sistemle kayış yer değişiyor, kasnaktan diğer boş kasnağa takılıyor ve o zaman bu makine stop ediyordu. Ama bu sistem sürekli çalışıyor. Bu makine stop ettiğinde sistem kapatılmış değil. Su, yine kayışla, hidrolik pompa sistemiyle çalışıyordu. Bu sistemle kum kazanlarına su atıyor, oradan devridaim yapıyor ve oradan mermerlerin üzerine akıyordu. Eleklerden kum geçiyor, soket yok, elmas yok, sadece saçla levhanın arasında kum vasıtasıyla, kuma elmas görevini yaptırıyordu. Bu kumla blok kesimi devam ediyordu. Bu makine bizim şimdi beş saatte kestiğimiz bloğu, o zaman beş gün, beş gecede kesiyordu.”
Sistemin işleyişinde, oluklarda bütün makinelerin üzerine giden bir su hattı bulunmaktadır. Fabrikada çalışan işçiler devri daim motorları ile kumun gelişini sağlıyor ve her bir mermer bloğunun tek tek çıkması icap ettiğinden sistem kayışlar vasıtasıyla stop ettiriliyordu. Şalter gibi elektrik donanımının bulunmadığı bir dönemde en büyük sorun kullanılan bu kumun tekrar toplanmasıydı. Buharla çalışan dönen kayışlar ve bunlara bağlı pompalar vasıtasıyla kum kazanına suyu basıyordu. İkinci pompa suyu makinelere aktarıyor ve bu şekilde makineye bağlı sekiz katrak, o dönemde daha kimsenin görmediği bir teknolojiyle mermer bloklarının plakalar şeklinde kesilmesini sağlıyordu. Tarih 1912. 1912 yılında ülkemizdeki birçok insan araba dahi görmemişken Marmara Adasındaki, sekiz adet katrakla mermer bloklarından plaka üretimi yapılıyordu.
O dönemde insan gücü dışında bir imkân yok. İnsan gücüyle koskoca mermer bloklar nasıl fabrikaya getirilip kesiliyor ve tekrar nasıl limana indirilip Türkiye’nin çeşitli şehirlerine gönderiliyor? Bunun için o dönemde nasıl bir sistem kullanıldı? İşte cevabı: Taşımada kullanılan dört tekerlekli bir vagon. Blok, üzerine konuluyor, biçiliyor, plaka haline geldikten sonra bağlar çözülüyor, dışa alınıyor ve o vagonla beraber limana kadar naklediliyor. Limanda o günün şartlarında insan gücüyle o plakalar alınıyor ve geminin ambarına indiriliyor. Gemi dolana kadar bu meşakkatli iş sürüyor. Üstelik tek yüklenen mermer de değil. Gemi buraya gelirken, kömür yüklü geliyor. Yine insan gücüyle o kömür, ambarlardan limana indiriliyor. Oradan da tüm adaya dağıtılıyordu.
Fabrika ustabaşısı ile yapılan röportajda; ‘‘Mermer işçiliğinde, çalışma aletleri çok değişti. Eskiden mermer, tokmak ve matkapla deliniyordu, yontarak yapılıyordu. Eskiden, taşların işlenme tarzı tamamen insan gücüne dayanıyordu. Doğadan sökümü ve işlemesi tokmak çivi ve odun yardımıyla yapılırken, şimdi elmas testerelerle yapılıyor. Artık işçilik makine gücüne dayanıyor. O zamanlardaki işçilik şimdi olsa, çalışacak adam bulamayız. O zamanlarda yılda 250 metreküp mermer işleyebiliyorduk, şimdi ise bir günde bu miktar çıkarılabiliyor. Mermer işi ağır bir iş. Başlı başına bir zorluk.’’
Ülkemizin ilk mermer işleme fabrikasında günümüzde dahi sekiz adet katrak olarak tabir edilen makine, bütün parçalarıyla hala çalışır vaziyette bulunmaktadır. Bu fabrika yaklaşık 60 yıl boyunca çalışmış ve Türkiye’nin her yerine buradan mermer gönderilmiştir. Kum katraklar kullanılarak mermerlerin kesildiği fabrikada beş metreküplük bir taşı, o dönemin teknolojisiyle 10-15 günde kesip plaka haline getiriliyordu. Fabrika tam bir mermer kompleksi olarak düşünülmüş ve tamamen mermerciliğe uygun şekilde hazırlanmıştır. Fabrikada patronun evi, yazıhanesi, işçilerin koğuşu ve mezarlık bile bulunuyordu. Bu fabrika, özel bir koyda inşa edilmiş olup fabrikanın her türlü tedariki için bir liman dahi bulunuyordu. Bu sayede Marmara Adası’ndan dünyanın ve Anadolu’nun her yerine mermer sevkiyatı yapılabiliyordu.
1930’ların başında, Salih Sabri Karagözoğlu fabrikayı satın aldığı yıllarda Ankara yeniden kuruluyordu. Bakanlıklar, istasyonlar, bütün binalar olduğu gibi mermer işleriyle yapılıyordu. Türkiye’de de tek mermer fabrikası vardı ve fabrika, henüz tam kapasite çalışmadığı için ihtiyacı karşılayamıyordu. Bu nedenle halen İtalya’dan Türkiye’ye mermer ithal ediliyordu. Salih Sabri Karagözoğlu, Atatürk’e kadar çıkmış. Böyle bir fabrikanın faaliyete geçtiğini söylemiş ve Atatürk’ün desteğiyle İtalya’dan mermer ithalatı durdurularak tüm ihtiyaç Marmara Adası’ndaki bu fabrikadan temin edilmeye başlanmıştı.
Zamanla buhar kazanları ve bacası çürüdü ve teknolojinin ilerlemesiyle fabrika ekonomik olmaktan çıktı. Bu sebeple faaliyetine son verildi. Günümüzde Saraylar beldesi, Tahtırevan çiftliği mevkiinde bulunan bu fabrika binasında taş kesme tezgâhları ve katraklar olduğu gibi durmaktadır. Öyle ki; takım tezgâhındaki anahtarlar dahi duvarda asılı durumda. Çalışan işçiler için yapılmış barakalar yok olmuş, lojmanlar ise yıkık-dökük bir halde. Üstü diken ve çalılarla kaplanmış “Vinç” ve 1940’lı yıllardan kalan “Ford Kamyonet” zamana yenik düşmüş ve oldukları yerde çürümüş durumda. Kendine ait bir Müslüman Mezarlığı da olan Mermercik Koyu’nda, mermerin bolluğundan olsa gerek rıhtım ve iskele de mermer blok taşlardan yapılmıştı. Deniz kenarına kurulu kayıkhanesi de mevcuttu. Sularla kavuşacakları günü bekleyen mermer taşıma sandallarını görüp hüzünlenmemek elde değildi. Diğer limanlardan getirilen mermer de burada kesildiğinden, fabrika sahası istiflenmiş birçok mermer levha ile doluydu.
Türkiye’de, belki de dünyada eşi benzeri bulunmayan bu fabrika, zamanın teknolojisini incelemek açısından da anıt niteliğindedir. Sürekli elektriğe 1970’lerin sonunda kavuşan Marmara Adası’nda, buhar gücü ile çalışan bir fabrikanın bulunması çok şaşırtıcıdır. Böylesine tarihi öneme sahip bir fabrikanın atıl, kaderine terk edilmiş bir vaziyette bulunması üzücü bir o kadar da ibretliktir.
Fabrikanın müze yapılması çalışmaları
Yaklaşık 40 yıldır üretim yapılmayan ve günümüzde yok olmaya yüz tutan böylesine önemli bir tesis ülkemizin madencilik tarihi açısından hala önemini koruyor. Ülke sanayimizin en güzel, tarih kokan, Türkiye’nin ilk mermer fabrikasının korunup müzeye dönüştürülmesi için uzun bir süredir çalışmalar devam ediyor.
Gelişen dünyaya ve hızla gelişen teknolojiye ayak uyduramayan fabrikanın, ekonomik olmaktan çıkması üzerine kapıları kapatılarak sahiplerince terk edilmiş durumda. Madencilik sanayimizin ilk mermer fabrikası, yıllarca burayı işleten son sahibi Kayserili Mehmet Bey’in kızı Emel Saylam’a kalmış durumda. Ölümünün ardından Mehmet Bey’in mirasçıları bir vakıf kurmuşlar ve fabrikanın % 60’ını bu vakfa devretmişler. Fabrikanın % 40’lık bir hissesi de kızı Emel Saylam’a ait. Fabrikanın Marmara Adası ve madencilik tarihi açısından önemini fark eden resmi merciiler, Emel Saylam ve eşi Canberk Saylam’a müracaat ederek tesisin kamuya kazandırılması, aslına uygun olarak restore edilmesi ve müze olarak turizme açılması konusunda öneride bulunulmuş, ancak kabul görmemiştir.
Daha sonra Balıkesir Valiliği ile irtibata geçen İstanbul Mermer İhracatçıları Birliği çürümek üzere olan fabrikayı aslına uygun olarak restore etmek ve tekrar sahiplerine iade etmek üzere bir teklifte bulunmuş ancak bu teklife de bir yanıt alınamamıştır. İlk mermer fabrikasının müze olması konusunda son deneme de Ada sakinleri tarafından yapılmış, durum işadamı Rahmi Koç’a aktarılmıştır. Bu girişim üzerine Rahmi Koç, helikopter ile adaya gelmiş, fabrikada incelemelerde bulunmuştur. Ancak fabrika sahiplerinin tutumu üzerine Rahmi Koç’da girişimlerinden vazgeçerek, fabrika kaderine terk edilmiştir.
Makinalar ve teçhizatlar farklı olsa da ülkemizin ilk mermer fabrikasında kullanılan proses ve işletme yöntemi günümüz teknolojisi ile aynıdır. Eski sistem buhar gücü ile çalıştırılırken günümüzde elektrik kullanılıyor. 1920 yılında açılan ilk Meclis’in ve Kabe’nin restorasyonunda kullanılan mermerlerinin üretildiği bu fabrikanın bahçesinde hala kapanmadan önce kesilen tüm mermerler duruyor.
Tüm bu girişimlerin sonuçsuz kalması üzerine ülkemiz mermer sanayinin tüm izlerini taşıyan bu fabrika yeni nesillere aktarılmadan çürümeye terk edilmiş durumda. Oysa ki, bu fabrikanın bir müze olarak Ada turizmine kazandırılması ve ülke sanayimizin kurumsal yapısı ve geçmişi açısından son derece önemlidir. Mermer Sanayi Müzesi, sadece bir sanayinin anlatımı değil, aynı zamanda belli bir dönemde Ada’nın sosyal yapısını da anlatan bir tesis olarak düzenlenmelidir. Fabrikanın müze olarak düzenlenmesi, yaşam alanları ve sosyal tesisleri ile birlikte Marmara Ada’sının sosyal yapısını anlamak açısından da son derece önemlidir. Orada birçok insanın anılarını, hatıralarını, Cumhuriyetin ilk dönemi yöneticilerinin anılarını da görmek mümkün olacaktır.
Dünyanın en büyük ikinci mermer rezervine sahip olan Marmara Adası, milyonlarca metreküp mermer rezervine sahiptir. Marmara Adası’nın 2/3’ü su kanallarından oluşurken, Ada’nın 200 metre altına kadar mermer rezervleri bulunabilmektedir. Ülkemizdeki ilk mermer fabrikası Marmara Adası’nın Saraylar Beldesi’nde 1912 yılında kuruldu. İngiliz ve Belçika ortak yapımı olan fabrika buharla çalışıyordu ve içinde sekiz katrak bulunuyordu.
Geçmişten süregelen Marmara mermeri kullanım yoğunluğunu, günümüze maalesef taşıyamadık. Bugünkü çağdaş yapılarda ve projelerde Marmara mermeri uygulamaları oldukça kısıtlıdır. Marmara mermeri kullanım algımız, bugün neredeyse hamam, cami ve mezar taşlarından ibaret. Aslında bu mermer türü son derece doğal, sağlıklı ve sağlam bir yapıya sahip olduğundan dolayı bu tür yapılarda tercih edilmiş ve edilmektedir. Halen dünyanın ve ülkemizin en önemli mermer üretim noktalarından biri olan Marmara Adası ve Ada’da bulunan ülkemizin ilk mermer fabrikası geçmişi, kültürü ve sosyal yapısı ile geleceğe taşınmalıdır.
Nadir AVŞAROĞLU
Maden Mühendisi
Haziran – 2017