Her çocuk ilk futbol maçına babası ile beraber gider, ancak beni dayım götürmüştü. Taraftarı olduğun takımın renklerini giymek, sevmek. Çocuk kalbimde korkulu bir heyecan, ilk defa şahit olduğun kalabalık, gürültü ve ertesi gün okulda arkadaşlarıma anlatacağım bir sürü anı. İlk maçımda yaşadığım korku ve tedirginliğin yerini 3-5 maç sonra alan sevgi, özlem ve tutku.
Bir başkaydı, stadyum kültürü. Stada girmeden önce öğrenci harçlıkları ile aldığın ilk atkının heyecanı. Stad dışında yenen eşek etinden köfte ekmeğin tadı. Futbolcuları ısınırken ciğerine çektiğin çimenin kokusu. Tribünlerde tartışılan ofsaytın ne olduğunu anlama telaşı. İlk gol, ilk kırmızı kart, ilk tezahürat, ilk sesinin kısılması ve ilk polisten kaçış.
Heyecanla, umutla gittiğin sevinçle, çoğunlukla kahrederek, sinirden ağlayarak döndüğün maçlar. Otuz yıl boyunca gittiğin tribünde oluşturduğun arkadaşlıklar, tribün sonrası devam eden dostluklar. Bazıları ile her gün, bazıları ile arada bir, bazıları ile sanal ortamda kurulan, ancak hepsiyle, her zaman, hep berabermiş gibi oluşturulan dostluklar. Kısacası; tribün kültürü.
İlk olarak 70’li yılların sonunda öğrenci olarak Ankara’ya geldiğim yıllarda tanıştım, 19 Mayıs Stadyumu’yla. Ankaragücü ikinci ligdeydi, Gençlerbirliği’ni hatırlamıyorum. PTT, Hacettepe ile Ankara Demirspor. Delikanlılık yıllarımda 19 Mayıs Styadı’nda maçlar öğleden sonra başlardı. Ancak biz sabahtan stada giderdik. Önce “dış saha” olarak isimlendirilen stat ile kapalı spor salonu arasındaki iki toprak sahada amatörlerin ya da 19 Mayıs Stadı’nın altında yer alan 50’ye yakın spor kulübünün maçlarını seyrederdik. Jilet gibi bir toprak saha, kıran kırana bir amatör futbol.
Maçın başlamasına birkaç saat kala, 19 Mayıs Stadı’na yönelirsin. İlk olarak ne yiyeceğine karar vermen lazım. Param varsa, ne etinden yapıldığı belli olmayan köfteden, bol domates ve soğan ile karnımı doyururdum. Para yoksa gobit ekmek arası yumurta. Sonra yavaş yavaş Gecekondu adı verilen tribünün önünde biriken taraftarları izlemeye başlardım. Sonra kapalı tribüne doğru yönelir, otobüsle takımın gelmesini bekleyen taraftarlara karışırdım. Her seferinde o duvarda asılı olan ve 1936 yılında stadın açılışı ile ilgili, İsmet İnönü imzalı “Türkiye’yi idare edenler stadyumu en kıymetli mektep gibi her yerde kurmaya çalışacaklardır. Türkiye’nin istikbalini idare edecek olan genç nesil açık havada açık meydanlarda yetişecektir” gözüm takılırdı.
Kapalının önünde polis koridorları, üzerinde yaka kartı olan görevliler, VIP salonundan giriş yapan ünlü, tanıdık simalar. Ardından deplasman tribünü olan Saatli’ye doğru yürür, rakip takımın taraftarlarının gelip gelmediğini kontrol ederdim. 19 Mayıs Stadı’nın altında bulunan 40-50 spor kulübünün açık kapılarından içeri bakıp onların heyecanına ortak olur, maçı seyredeceğim Maraton tribününe gelirdim. Maç başlayana kadar izlediğim ısınma hareketleri, ilk 11’de kimin oynayacağı konusunda yapılan tahminler, rakip takımın oyuncularını tanımaya ve hatırlamaya çalışma, çitlenen çekirdek ve stat hoparlörlerinde Ankara havaları.
1936’da yapılan Ankara 19 Mayıs Stadı, ayakta kaldığı 81 yıl boyunca Ankara’nın tüm futbolunu sırtlamaya çalıştı. Vietti Violi’nin bu projesi, mimari bir yarışmanın sonucu ve Türkiye’de tasarladığı bir dizi spor kompleksinin ilki olması bakımından önemli. Kompleks, türünün ilk örneği olmasıyla genç Cumhuriyet için tarihsel açıdan sembolik bir öneme sahipti. Yapı grubu, kapalı ve açık tribünleriyle, soyunma odalarıyla birlikte bir atletizm stadyumunu, at yarışları ve askeri yürüyüşler için bir hipodromu, velodromu, rugby, futbol, basketbol gibi takım sporları için antreman sahalarını, tenis kortlarını, jimnastik salonunu, 33 ve 60 m uzunluğunda iki havuzu, soyunma odalarını, sporcu ve kulüp binalarını, ilk yardım ünitesini, bir kuleyi, atış poligonunu ve alanın genel peyzajını ve seyirciler için düzenlenmiş olan açık alanları içermekteydi. Bu haliyle, Başkentin ve futbolunun en önemli statları arasında yer alan Ankara 19 Mayıs Stadı, tarihi boyunca birçok önemli olaya tanıklık etti.
Ancak, artık bu tarihi yapı yıkılıyor yerine “çağımızın ihtiyaçlarına cevap verebilecek” 40-50 bin kapasiteli yeni bir stat yapılıyor. Doğrudur; 81 yıllık stadın merkezi bir yerde olması dışında hiçbir albenisi kalmamış durumda. Giriş çıkışta yaşanan sıkıntılar, gece maçlarında dış ışıklandırmaların doğru dürüst çalışmaması, tuvalet ve kafeteryanın bakımsız ve kullanışsız olması gibi nedenlerle birçok futbolsever maçlara dahi gitmek istemiyor. Bu gerekçelerin tamamı doğrudur. Ancak, tüm bu nedenler tarihe tanıklık etmiş bir stadın, bir spor kompleksinin restore edilmeyip, yıkılmasını gerektirir mi?
Ancak asıl niyet bu değil. Ankara’yı yöneten mevcut düşünce, sadece 19 Mayıs Stadyumu’nu değil, Cumhuriyetin tüm sembol yapılarını yıkmak istiyor. Bu ülkede bir yönetim mekânı yaratan, bir başkent inşa eden Cumhuriyet, önce binaları yok edilerek değiştirilmeye çalışılıyor. Ankara’da Cumhuriyetin izlerini okuyacağımız ve takip edeceğimiz yapılar bir bir yıkılıyor.
19 Mayıs Stadyumu Cumhuriyetin spora verilen önemini ortaya koyacak şekilde tasarlanmış ve bu süreçte yapılmış ilk spor kompleksiydi. Stadyum, spor ile birlikte gelecek nesillerin sağlıklı olması ve ülkenin geleceğinin şekillenmesini sağlayan bakış açısıyla yapılan stadyumların ilk örneğiydi. Cumhuriyet değerlerine ait simgelerin ortadan kaldırılması, heykellerin yerlerinin değiştirilmesi, sokakların meydanların isimlerinin değiştirilmesi artık Ankara’da sıkça yaşadığımız vakalar.
Artık Cumhuriyete ve onun taşıdığı değerlere ait izlerin giderek silindiğine daha sık şahit oluyoruz. Uzun süredir özellikle Ankara’da bu durumu daha çok mekân ve yapı üzerinden yaşıyoruz. Şehre futbolu ve sporu yaymak yerine kendi yarattıkları belediye takımına kaynaklar aktarılıyor. Bu takıma yapılan stat girişinde boyu 20 metreye varan yeniçeri heykelleri dikiliyor. Takımın adına “Osmanlı” ibaresi konuluyor. 19 Mayıs Stadı’nın yıkılmasını simgesel olarak görmek gerekir. Bir kültür yok ediliyor, yerine başka bir kültür getiriliyor.
Nadir AVŞAROĞLU
Temmuz – 2017