06Eki2024

Paylaş

DESTANLARDA MADENLER ve MADENCİLİK

SUNUŞ

Küçüklüğümden bu yana mitolojiye ve mitolojik öykülere karşı özel bir merakım vardır. Öğrencilik yıllarımda akşamları ders çalışırken, Dr. İhsan Ünlüer akşam saatlerinde radyodan mitolojik hikayeler anlatırdı, heyecan ve merakla dinlerdim. O yıllardan bu yana her zaman mitolojik bir unsur içeren bir yazı, kitap, film, dizi gibi bir şey görsem, ışıkta kalan tavşan gibi nefes almadan ilgi gösteririm.

Uzun yıllar boyu süren bu birikimimi ve mesleğime karşı olan ilgimi bir araya getirerek mitoloji ile birlikte madenciliği ele almaya çalıştım. Ancak o zaman anladım ki, bu durum altından kalkamayacağım bir gayya kuyusu. Dini konular, mitolojik öyküler, destanlar, efsaneler, masallar, hikayeler, anlatılar vb. hepsi çok derin konular ve çoğu birbirinin içine geçmiş bir halde. Bu durumda ben de bu çoğunluğu parça parça ele alarak bir kitap hazırlamak istedim ve bu çalışma hayat buldu.

Bana göre bu çalışmanın birçok eksiği var. Çünkü destan olarak bilinen bazı konu başlıklarını daha önemli bulduğumdan mitolojiyi ele aldığım çalışmada kullanmak zorunda kaldım. Bazı başlıkları destan mı, efsane mi olduğunu çok ayırt edemedim, aciz kaldım. Bazı hikâye ve masalları destan olarak aktarmaya çalıştım. Ancak her ne olursa olsun, elinizdeki bu çalışmayı hayata geçirebildim.

Corona virüsü nedeniyle evde kaldığım bir zaman diliminde ve yoğun bir çalışmaya hazırladığım bu çalışmayı sizlerle paylaşabilmekten mutluyum. Bu çalışma çok önemli bir konu başlığı ve birçok insanın işine yarayan bir şey olmayabilir. Ancak ben gençliğimden bu yana meramım olan bir konuyu kâğıda döktüm.

Bahtiyarım.

Nadir AVŞAROĞLU

Maden Mühendisi

MAYIS 2020     

DESTANLARDA MADENLER ve MADENCİLİK

Destanlar, özellikleri ve tarihsel gelişimi, kahramanlarının olağanüstü eylemlerini coşkulu, törensel bir üslupla anlatan ve genellikle birkaç bölümden oluşan manzum yapıtlardır. Bilinen en eski edebiyat türlerinden biridir. Yunanca “espos” sözcüğünden gelmektedir. Mitoloji, efsane, folklor ve tarihi öğeler içerir. Destanlar ve destansı öyküler ilkçağlardan beri dünyanın her yerinde gelenekleri sonraki kuşaklara aktarmak için kollektif olarak yaratılmış edebi biçimlerdir. Aslı Farsça olan destan (dâstân, destân), Fransızca épopée, Yunanca epos şiir karşılığıdır.

Destan, Farsça bir kelime olup milletlerin benliğinde derin tesirler bırakan savaş, göç gibi toplumsal; yangın, salgın hastalık, sel, deprem gibi doğal olayların etkisiyle söylenmiş hayali unsurlarla süslenmiş uzun manzum eserlerdir. Destan derin geçmişe sahip devletlere ait hikayelerdir. Çünkü savaş yaşamayan, doğal afetlerle karşılaşmayan milletlerde destan unsuru bulunmaz. Destanlar bir kavmin ya da ulusun yurt edinme ve kimlik kazanma mücadelesini ihtiva eder.

B. Ögel’e göre destan, tarihte yaşadığını bildiğimiz kahramanlara ait efsaneleri destan kategorisinde ifade etmektedir. O, batı dillerindeki karşılığını “legend” olarak kabul eder. Destan veya masallarda olağanüstü kahramanlar ve hayvanlar görev üstlenmiştir. Destanda beşeri ve hayvani unsurlar esastır. Destanlar sözlü edebiyata kaynaklık etmiştir. Destan daha çok milletleri ilgilendiren boyutlara sahiptir. Destanlarda konu bütünlüğünün zaman zaman kaçtığı ve ilgisiz bağlantılar kurulduğu olmuştur.

Destanlar toplumların ortak düşünce ve yaşayışlarının dışa yansımasıdır. Yani aynı şeylere ağlayan ve aynı şeylere gülebilecek insanların birlikteliğidir. Olağanüstü özellik ve motiflerden oluşmaktadır. Her ne kadar belli bir millete hitap etmekle birlikte olağanüstü motiflerle zenginleştirilerek ulaşılamaz kılınmıştır. Destan kahramanlarının bazen yarı tanrısal özellikler sergilediği de olmuştur. Destan kahramanları büyük oranda yönetici kitleden seçilmiştir. Bunlar kral, han, hakan, sultan gibi yönetimin tepesindeki isimlerden oluşmuştur. Sade ve ulusal dille ifade edilmiştir. Konu repertuarı oldukça uzun tutularak dolaylı anlatımlara fazlasıyla yer verilmiştir.

Türkçede destan, hem legende hem de epope karşılığıdır. Ayrıca Anadolu edebiyatında sosyal, tarihi ve mizahi konularda söylenen ulusal bir nazım şeklinin ve çeşidinin de adı destandır. Destanlar, ulusların, özellikle tarih yazımının henüz yaşam bulmadığı dönemlerine ışık tutmaları bakımından önemlidirler. Ayrıca, ulusların tarih sahnesine çıkışlarını, komşularıyla olan ilişkilerini ve kendi kültür dokularını var eden değerleri anlamak bakımından da önemli kaynaklardır. Sözlü kültür ürünü oldukları ve yazıya geç geçirildikleri için, destanların tamamı konusunda bilgimiz sınırlıdır. Eski destanlarının bugün elimizde bulunan parçaları çeşitli kaynaklardan derlenmiştir.

Bunlardan bir kısmı, araştırıcılar tarafından, doğrudan doğruya halk dilinde hâlâ yaşayan destanların derlenip yazılmasıyla elde edilmiş, bir kısmı ise eski Türk, Moğol, Çin, Arap, İran, Bizans ve Batı kaynaklarında bulunmuştur. Destanların ortak özellikleri: Hepsinde yarı tanrısal nitelikler taşıyan bir ya da birçok kahramandan söz edilir. Destan bu kahramanın eylemleri üzerine kurulmuştur. Olaylar çok geniş bir kozmik coğrafya üzerinde geçer. Bir destanın dünyası ortaya çıktığı zaman içinde düşünebilecek her şeyi barındıran bütünsel, çok yönlü bir dünyadır. Hemen bütün destanlarda uzun yolculuklar anlatılır. Çoğu destanda olaylara doğaüstü yaratıklar da katılır. Kişiler, olaylar, doğal varlıklar hep gerçek yaşamdaki boyutlarından daha büyük, daha zengindir.

Özellikle sözlü destanlarda uzun anlatı, betimleme (tanımlama) ve konuşma bölümleri bulunur. Öykü içinde öyküye yer verilir. Törensel söyleyişler ve kamusal duyarlılık hâkimdir. Destanlar temel olarak iki gruba ayrılır. Sözlü destanlar: Yazının henüz bulunmadığı ve yaygınlaşmadığı bir kültürde doğan ve kuşaktan kuşağa sözlü olarak aktarıldıktan sonra yazıya geçirilen destanlardır. Ozan ve şarkıcıların değişik zamanlarda söylediği şarkı ve şiirlerin bütünleşmesi ve işlenmesiyle oluşturulurlar.

Örnekler olarak, Gılgamış: MÖ 3000 yıllarında Mezopotamya’da ortaya çıkmıştır. Bilinen en eski destandır. Babil ve Akad toplumlarınca da benimsenmiştir. Ama bugüne kalan en eksiksiz biçimi Sümer toplumunda ortaya çıkmıştır. Zalim Uruk kralı Gılgamış’in ölümsüzlük arayışını anlatır. Gılgamış ve arkadaşı Enkidu ile birlikte uzun arayışlardan sonra ölümsüzlük otunu bulur, ama bir yılana kaptırır. İlyada ve Odysseia: MÖ 11-12’nci yüzyıllarda geçtiği sanılmaktadır. Homeros destanları olarak bilinirler. Yunan Yarımadası’ndaki Akhalar’ın, Anadolu’daki İon krallıklarına saldırısı ve Akha kral ve prenslerinin daha sonraki serüvenleri anlatılır. Özellikle Odysseia, Yunan Tragedyası ve Batı edebiyatının önemli bir kaynağıdır. Diğerleri: Eski İngilizce halk destanı Beowulf, Eski Almanca Heldenlieder (kahramanlık türküleri), Almanca Nibelungenlied , Kudrunlied, Fransa’da Chanson de Geste (kahramanlık şarkısı), Chanson de Roland (Frank kralı Charlemagne’ın savaşlarını anlatır), İspanya’da El Cantar de Mio Cid, Hindistan’da Mahabharata, Ramayana, Japonya’da Heike Monogatari.

Edebi destanlar; belirli bir yazar tarafından eski örneklere uygun olarak ve okunmak üzere kaleme alınmış destanlardır. Edebi destanlara örnekler aşağıdaki gibidir: Vergilius’un Aeneis’i: MÖ 29-19’uncu yüzyılları kapsar. Troyalı Aeneias’in uzun ve zorlu bir yolculuktan sonra Latin ülkesine gelerek Lavinium kentini kurması anlatılır. Lavinium sonradan Alba Langa ve Roma kentlerinin yerine kurulan ilk kenttir. Milton’un Paradise Lost’u: İnsanın cennetten kovuluşu ve tanrının şeytanla mücadelesini anlatır. Dante’nin La Divina Commedia’sı (İlahi Komedya): MS 1310-1321, Ariosto’nun Orlando Furioso’su (Çılgın Orlando) 1532, Camoes’in Os Lusidas’ı 1572.

Asya kıtasının çeşitli bölgelerinde yaşayan Türk boyları arasında zengin bir destan geleneği vardır. Bilinen Türk destanları arasında en eskisi Yaratılış Destanı’dır. Altay Türkleri arasında söylenmektedir. V. Radlov tarafından saptanıp yazıya geçirilmiştir. Saka Destanı, İskit Türkleri’ne aittir. Bu destan zinciri içinde Alp Er Tunga ve Şu parçaları bulunur. Bunlar Kaşgarlı Mahmud’u Divanü Lugat-ü Türk adlı eserinde yer almıştır. Oğuz Kağan Destanı 14’üncü yüzyılda derlenmiş özet nitelikte bir metindir. Oğuz Kağan’ın doğumu ve üstün nitelikleri, askeri başarıları ve ülkeyi oğulları arasında pay edişi anlatılır.

Oğuz Türkleri’nden günümüze gelen tek destan metni ise Dede Korkut Kitabı’dır. Bayındır Han soyundan geldikleri sanılan Akkoyunlular’ın egemen olduğu Kuzeydoğu Anadolu’daki olaylar ve Müslüman Oğuzlar’ın yaşamı anlatılır. Göktürk Destanları çeşitli parçalardan oluşmuştur. Bozkurt parçasında Göktürkler’in bir boz kurdun soyundan geldikleri, Ergenekon parçasında ise Ergenkon’a sığınmaları, çoğalıp buraya sığmayınca dağı eriterek dış dünyaya çıkmaları anlatılır. Köroğlu parçasında, göçebe Oğuzlar’ın Horasan ve Hazar’da İranlılarla savaşlarından söz edilir. Manas Destanı’nda Kırgız Türkleri’nin putperest Kalmuk ve Çinliler’le savaşları vardır. Cengiz Han Destanı, Moğol istilasından sonra Kıpçak bozkırlarında ve eski Uygurların yaşadığı bölgelerdeki olayları anlatır. Timur Destanı, Timur’un savaşları ve kişiliğine yer verir. Danişmend Gazi Destanı’nda Türklerin Anadolu’yu ele geçirmeleri anlatılır. Battal Gazi Destanı’nda da Anadolu’daki Türk-Bizans savaşları yer alır. Türk destanlarını İslamiyet öncesi ve İslamiyet sonrası diye iki bölümde değerlendirmek olasıdır. Böyle bir tasnifte, İslamiyet öncesi Türk destanları arasında şunları sayabiliriz: Yaradılış Destanı, Alp Er Tunga Destanı, Şu Destanı, Oğuz Kağan Destanı, Bozkurt Destanı, Ergenekon Destanı, Türeyiş Destanı, Atilla Destanı, Göç Destanı. İslamiyet sonrası Türk destanları arasında ise; Satuk Buğra Han Destanı, Manas Destanı, Timur Destanı, Battalgazi Destanı, Danişment Gazi Destanı, Dede Korkut Destanları, Genç Osman Destanı, Köroğlu Destanı sayılabilir. Bugüne değin yapılan çalışmalarla adları ve kimi parçaları belirlenen Türk destanlarının toplamı iki yüz dolayındadır. Türk destanlarının belli başlı niteliklerini görmeye çalıştığımızda karşımıza, çoğu kez, kadın kişiliğinde odaklanmış bir güzellik, yiğitliğin, tarihin her döneminde başüstünde tutulmuşluğu, atın ve bozkurdun insana sadık bir yoldaş olması, kurdun ana, baba ve hatta tanrı olması, yurt kabul edilen coğrafyanın kutsallığı gibi unsurlar çıkar.[1]

İLYADA DESTANI

İlyada (Yunanca; Ἰλιάς, Iliás), Homeros’un Truva Savaşı’nı anlatan destanıdır. Yunanca’da Odysseus ile birlikte en eski edebiyat olduğu düşünülen epik bir şiirdir. Homeros, “İlyada”sında Truva Savaşı’nın tamamını anlatmamaktadır. 24 bölüm ve 16.000’den fazla dizeye sahip olan İlyada, Truva Savaşı’nın dokuzuncu yılında 51 günlük bir dönemi anlatmaktadır. Destan Achilleus’un öfkesi ile açılır ve Hektor’un cenazesi ile sona erer. Destan söz konusu 51 günlük kısmı kapsamakla beraber, bu dönemin öncesi ve sonrasıyla, savaşın çeşitli merhaleleriyle ilgili birçok olaya atıfta bulunmaktadır. Sözlü gelenekten yazıya nasıl geçtiğini bilemediğimiz gibi, metinde geç dönemde yapılan değişikliklerin kesin amacını kestirmek de güçtür. Ama Homeros bir savaşın “toprağı bereketli Truva”da geçtiğini söylemektedir.[2]

Hem İlyada hem de Oysseisa, Truva Savaşı ve bu savaşta yer alan insanlarla ilgili söylenceleri dile getiren, koşukla (şiir biçiminde) yazılmış destanlardır. Tarihçiler Yunanistan’daki Akhalar ile Batı Anadolu’da yaşamış olan Truvalılar arasındaki bu savaşın yaklaşık MÖ 1199’da geçtiği görüşündedir. Akhalar’ın Truva’yı kuşatmalarının ise 10 yıl sürdüğü sanılmaktadır. Bu konuda o kadar çok öykü ve söylence vardır ki, hangisinin gerçek hangisinin uydurma olduğunu bilme olanağı yoktur. Yunanca’da Truva’nın bir adının da İlios olmasından dolayı Homeros’un destanı İlyada adını almıştır. Homeros, yaşadığı dönemde herkesin bu öyküyü bildiğini düşünerek, Truva kuşatmasını baştan sona anlatmaz; savaşın 10.yılında sadece dört gün içinde geçen olayları anlatır. Savaş neredeyse bitmek üzeredir. Truva efsanesinin bu bölümü “Aşil’in Öfkesi” olarak bilinir.

Homeros’un İlyada’sında madenler ve madenciliği daha iyi anlayabilmek için o yıllardaki Helen ve Anadolu uygarlıklarını da bilmek gerekir. Dönemin en gelişkin topluluğu Giritlilerdir. Giritliler uzun zamandan beri bağcılık, zeytincilik ve tahıl tarımı yapıyorlardı. Küçük ve büyük baş hayvan yetiştiriyorlardı. Birçok metali, altını, bakırı ve kalayı biliyorlardı. Tunçtan silah yapıyorlardı. Ama demirden haberleri yoktu. Bu sırada yeni Hellen boyları, Eolia’lılar, lonia’lılar ve son olarak Dorlar-Akhaların ardından Yunan toprağını ele geçirdiler. En son gelen Dorların istilası MÖ 1100’lere doğrudur. Giritlilerle ilişkide olan Akhalar yarı yarıya uygarlaşmışken Dorlar çok ilkel kalmışlardı. Yine de demiri kullanmayı biliyorlardı: Bu metalden çeşitli silahlar yapmışlardı. Akhalarda demir henüz o kadar azdı ki altın ve gümüş kadar değerli bir metal sayılırdı.[3]

Gerçek anlamıyla Yunanlılar her şeyden önce toprak adamıydılar. Avı ve de küçük sürülerini ihmal de etmeksizin, denizi öğrenmeden önce, toprağı işlemeyi öğrenmek zorundaydılar. Bir süre sonra salt tarımsal ekonomi onlara yetmez oldu. Yalnız doğunun onlara sağlayabileceği işlenmiş ve doğal ürünleri gereksinip istediler. Soylular külçe altın, mücevherler, işleme ya da renk renk boyama kumaşlar, güzel kokular istiyorlardı. Yunanlıları denize açılmaya yüreklendirmede, bazı metallere olan gereksinim, tüm başka şeylerden daha çok yardımcı oldu. Ülkede demir bol değildi. Hele, kalay, Yunanistan’da da komşu ülkelerde de hiç yoktu. Oysa bakırla birlikte tunç bileşimine giren bu metal, bu alaşımla, dayanıklı olduğu kadar güzel bir bronz üretebilen tek metaldir.[4]

İlyada destanından anlaşıldığı kadarı ile Helen uygarlıklarında sert metallerden yapılan savaş silahlarına büyük önem verilmektedir. Gerçi demir kılıç, Dorların istilasından itibaren tunç hançeri alt etmişti ama daha sonraki yıllarda zırhlı ağır askerin koruyucu zırhının yapımında aranan metal hâlâ tunçtur. Destanda aktarılan dört parçalı zırh şöyledir: Tolga, omuzlardan karına koruyucu zırh, baldırlarda bacak zırhı, sol kolda kalkan. Savaş alanlarında bu soylu zırh egemen olduğu sürece kalay, bu zırhı taşıyanlar için zorunluydu.

O vakte kadar -Homeros’un şiirlerine bakılırsa- ticaret ancak takas usulüyle yapılıyordu: Şarap tahıl ile, zeytinyağı maden cevheri ile değiştiriliyor ve işler böyle gidiyordu. “Öküz değeri” olarak da hesap ediliyordu. Yavaş yavaş, değişimlere yarayan altın ve gümüş külçeler düşünülmüştü. Ama bu külçeler damgalanmış değildiler, her sefer onları tartmak gerekiyordu. Sarraflar pazarlarda terazilerini hazırlıyorlardı.[5]

İlyada destanının üçüncü bölümünde (adı geçen Azra Erhat çevirisi) savaşa hazırlanan Truvalılar ve onların maden, metal donanım kullanarak hazırladıkları silahlar hakkında aşağıdaki ifadeler kullanılmıştır.

“Atreusoğlu gürledi, buyurdu silah kuşanmayı.

Göz kamaştıran silahlarını takındı kendisi de:

Önce geçirdi bilekleri gümüş halkalı güzel dizliklerini,

Sonra da zırhını geçirdi göğsüne,

Konukluk armağanı, diye Kinyres vermişti bu zırhı,

Kinyres, Kıbrıs’a gelen büyük haberi duymuştu.

Akhalar, Truva’ya doğru gemilerle yola çıkacaktı,

O da yaranmak için vermişti bu zırhı ona.

On sırası koyu göktaşındandı,

On iki sırası altından, yirmi sırası kalaydan,

İki yandan boyuna doğru üç yılan dolanıyordu,

Kronosoğlu’nun ölümlü insanlara bir belirti, diye

Bulutlara dayadığı gökkuşaklarımı andırıyordu.

Sonra attı omuzlarına kılıcını,

Işıl ışıl yanıyordu kılıçta altın çiviler,

Sırma kayışlarla bağlıydı gümüşten kını,

İyi işlenmiş kalkanını aldı sonra,

Bütün gövdeyi kaplardı bu güçlü kalkan,

Çevrelenmişti tunçtan on çemberle,

Yirmi tane bezeği vardı ak kalaydan,

Ortadaysa koyu göktaşından bir tane.

Korkunç suratı, acı bakışlarıyla Gorgo,

Bir taç gibi duruyordu kalkanda,

Bozgunla korku çevirmişti dört yanını.”

Helenlerin en eski cağlardan beri Anadolu’ya karşı bir ilgisi olmuştur. Bunun en önemli nedeni bereketli ve geniş toprakların yanısıra bu bölgelerde bulunan madenlerin çokluğudur. Bugün Hititlerin bir Hint-Avrupa kavmi olduğuna inanan bilim, Helenlerin Anadolu’ya karşı olan bu ilgisinin Hititler zamanından başladığını ve Truva’nın da bu akımların birinde yok edildiğini ileri sürülmektedir. İlk Helenleri Anadolu’ya çeken başlıca öge, maden olsa gerektir. Homeros destanlarında tunç sözcüğü birçok dizede bir geçer. Ama tunçtan da daha değerli sayılan bir maden, demirdir. Efsanenin şiir ögeleriyle süsleye süsleye Homeros destanları haline getirdiği seferin ya da seferlerin gerçek amacı, bu madenleri elde etmek değil de nedir? Truva seferi, bir çapulculuk seferidir, nitekim Truva önünde dokuz yıl beklerken Akhalarm boş durmadıkları, ta Güney Anadolu’ya kadar sokulup Lykia gibi zengin bölgeleri yağma ettikleri, İlyada’da sık sık anlatılır.[6]

Homeros’un İlyada destanında birçok bölümde madenler ve madenlerden yapılmış silahlar ve malzemelerin adı geçer. Bu bölümler aşağıdaki şekildedir.

Destanda,Achilleus’a yeni silahlar yapılması başlıklı 18. bölümünde Achilleus’un yası, annesi ve su tanrıçası Thetis’i çağırıp yeni silahlar istemesi üzerine Thetis’in demirci tanrı Hephaistos’a başvurarak Ahilleus için yeni zırhlar ve yenilmez silahlar yapılması; “Atları iyi suren Truvalılar, atılın ileri, haydi, kalmayın Argoslulardan aşağı, onların derilerine ne taş ne demir, dayanamazlar et delen tunç kargılara. Güzel saclı Thetis’in oğlu bile, işte bakın, Akhilleus bile uzak duruyor savaştan, gemilerin yanında sindiriyor yürekler acısı öfkesini.” şeklinde aktarılmıştır.[7]

Destanın beşinci bölümünde Zeus’un eşi tanrıça Hera’nın altın, gümüş, tunç ve kalay kullanarak imal ettiği savaş arabası şu şekilde anlatılmıştır; “Bir yandan Hera, büyük Kronos’un kızı, saygılı tanrıca, koyuldu işe, altın kasnaklı atları koştu arabaya, bir yandan Hera, arabanın iki yanına, demir dingilin bir o yana, bir bu yana, sekiz tunç parmaklıklı yuvarlak tekerlekleri koydu. Tekerleklerin aşınmaz altın bir çemberi vardı, tunçtan çemberler geçirilmişti üstüne, eşi görülmedik bir şeydi bu. İki yanda dingil başlıkları gümüştendi. Araba örülmüştü bir sıra altın, bir sıra gümüşle. Çifte parmaklık çepeçevre dolanıyordu arabayı. Gümüştendi arabanın oku da. Tanrıça kavgaya, savaş narasına susamıştı, güzel altın hamudu geçirdi okun ucuna, attı üstüne parlak, altın dizginleri, çevik ayaklı atları koştu.”[8]

Destanın altıncı bölümünde esir olan Andrestos’un bırakılması için Agamemnon’a vaatlerde bulunması; “Andrestos sarıldı dizlerine, yakardı, dedi ki: Atreusoğlu, kıyma bana, sana yaraşır kurtulmalıklar vereyim. Varlıklı babamın çok şeyleri var, tuncu var, altını var, işlenmiş demiri var, duyarsa Akhaların gemileri yanında sağ olduğumu kurtulmalık verir sana yığınla, gönlünü hoş tutar.” şeklinde ifade edilmiştir. Yine bu bölümde Akhalıların madencilikte ileri bir teknolojiye sahip olmalarını; “Gür saclı Akhalar aldılar şarabı, yerine kimi tunç verdi, kimi parlak demir, kimi deri, kimi canlı sığır, kimi köle. Görülmeye değer bir şölen yaptılar” ifadelerinden anlayabiliriz. Yine Akhalıların sahip oldukları maden varlıkları bu satırlarda şu şekilde ifade edilmiştir. “Keşke gelmez olaymışım. Altın götüreceğim buradan, götürdüğüm kadar, kırmızı bakır götüreceğim, boz demir, güzel kemerli kadınlar.”[9]

Homeros destanlarında “tunç” sözcüğü birçok yerde geçer. Ama tunçtan da daha değerli sayılan bir maden, demirdir. Efsanenin şiir öğeleriyle süsleye süsleye Homeros destanları haline getirdiği seferin ya da seferlerin gerçek amacı, bu madenleri elde etmek değil de nedir? Truva seferi, bir çapulculuk seferidir, nitekim Truva önünde dokuz yıl beklerken Akhaların boş durmadıkları, ta Güney Anadolu’ya kadar sokulup Lykia gibi zengin bölgeleri yağma ettikleri, sık sık anlatılır. Bu seferlerde gelişmiş uygarlıkları yıkan Akhalar, zamanla, Anadolu kıyılarında ve adalarda tutunmak yolunu bulmuşlar ve kendi egemenliklerini kurmuş olacaklar ki, destan onlardan “üstün ırk” diye söz ediyor. İlk Helenlerin bu başarısı Hitit kaynaklarında da iz bırakmışa benziyor.

Homeros’un İlyada destanındaki ana konu Truva savaşıdır. İlk Helenleri Anadolu’ya çeken başlıca öge, maden olsa gerektir. Homeros’un İlyada destanında tunç sözcüğü birçok dizede geçer. Ama tunçtan da daha değerli sayılan bir maden, demirdir. Efsanenin şiir ögeleriyle süsleye süsleye Homeros destanları haline getirdiği seferin ya da seferlerin gerçek amacı, bu madenleri elde etmek değil de nedir? Truva seferi, bir çapulculuk seferidir, nitekim Truva önünde dokuz yıl beklerken Akhalarm boş durmadıkları, ta Güney Anadolu’ya kadar sokulup Lykia gibi zengin bölgeleri yağma ettikleri, İlyada’da sık sık anlatılır. Bu seferlerde gelişmiş uygarlıkları yıkan Akhalar, zamanla, Anadolu kıyılarında ve adalarda tutunmak yolunu bulmuşlar ve kendi egemenliklerini kurmuş olacaklar ki, destan onlardan üstün ırk diye söz ediyor.[10]

Silahlar inceden inceye betimlenir. Kalkanlar iki turlu olur: Homeros’un yusyuvarlak dediği küçük kalkan, bir de bütün bedeni örten kule gibi büyük bir kalkan. Büyük kalkanı Telamon’un oğlu Aias kullanır, yürüdükçe kalkanı ayak bileklerine çarpar. Üst üste gerilmiş birkaç kat sığır derisinden yapılan kalkan bir kat tunçla örtülüdür. Küçük Aias’ın kalkanı da zırhı da kendirden yapılmıştır. Homeros, altın kakmalı, kabartmalarla süslenmiş eşsiz bazı kalkanları anlatmakla bitiremez (örn. Akhilleus’un kalkanı: XVIII, 478-606). Kargı, kalkan kadar önemlidir. Her zaman tunçtan olduğu için Homeros kargı yerine bazen sadece tunç der. Kargının nasıl uçup düşmanın neresine saplandığı da uzun uzun anlatılır, çoğu zaman kargının eti delmesiyle olumun insanın gözlerine inmesi bir olur.[11]

Bronz veya tunç, bakırın önemli bir alaşımıdır. Önceleri bakır ve kalaydan meydana gelen bakır alaşımlarına bronz denilmekteydi. Tunç ya da bronz bakırdan daha serttir, daha kolay erir ve kalıba daha kolay dökülür. Bazı tunç malzemeler demirden de serttir. Bu tür tunçlar silah ve savaş aleti imalinde kullanmaktaydı. Bazı buluntulara göre milattan önce 3.500 yıllarında bile Ege kıyılarında tunç malzemelerin kullanıldığı anlaşılmaktadır. Alet ve silahlarda demir alaşımlarının daha çok kullanılmakta olması, demirin bakır ve kalaya oranla daha bol bulunmasındandır. Bu manada Homeros’un İlyada’sında adı en çok kullanılan maden tunç’dur. Kaynak olarak kullandığım destanda 38 kez Akhalılar “tunç zırhlı Akhalılar” olarak nitelenmiştir. Özellikle Truva ile yapılan savaşta Akhalılar tunç zırhları ile tanımlanmıştır.

Destanda, Agamemnon’un tunç kargısıyla Truva savaşına katıldığı ve Koon ile İphidamas başta olmak üzere birçok Truva’lıyı bu tunç kargısı (mızrak) öldürdüğü belirtilir. Ayrıca savaşta büyüklüğü (haşmeti) ile Truvalılara korku salan Aias’ın da tunçtan yapılma kalkanı aşağıdaki şekilde aktarılır.

“Aias yaklaştı kule gibi kalkanıyla,

Usta derici Tykhios yapmıştı o tunç kalkanı,

Kalkan yedi kat tosun derisindendi,

Tykhios Hyle’deki evinde otururdu,

Yedi kat tosun derisinden yapmıştı bu parlak kalkanı

Bir kat da tunç geçirmişti yedincinin üstüne.

Telamonoğlu Aias göğsünün önünde taşıyıp onu

Geldi Hektor’un yanında durdu”

İlyada destanında tunçdan imaledilen birçok silah ve malzemenin adı geçer. Bunların çoğu Truva savaşı aktarılarken kullanılmıştır. Bu kısımda özellikle Hektor’un tunç tolgasına vurgu yapılmıştır. Bunların dışında destanda adı geçen tunç silah ve malzemeler; silahlar, kılıç, ok, balta, tolga,zırh, kargı, temren, atlar, dizgin, yürek, gömlek, küp, gök, çember, ses, dizlik, kap ve rende. Destanda tüm bu nesnelerin başında tunç ifadesi yer almaktadır. Görüldüğü gibi İlyada’da adı geçen en önemli alaşım, tunçtur.

İlyada Destanı’nda gümüş madenine de oldukça değinilmiştir. Destanın birçok yerinde altın ve mücevher ile birlikte zenginlik argümanı olarak gösterilse de özellikle tanrıların yaşantılarında ve Truva Savaşı’nda da gümüşten bahsedilmektedir. Altın ve mücevherlerden oluşan hazinelerin dışında gümüş kakmalı kılıçlar, gümüş kabzalı hançerler ve gümüşten yapılmış yaylarda da bahsedilir. İlyada destanında Apollon’dan da gümüş yaylı olarak bahsedilmektedir. Apollon Yunan mitolojisinde, ışık tanrısı olup, şiir, müzik, dans, aydınlık, durgunluk ve ölçülü gücü simgeler. Sembolleri ok ve lir olmasına rağmen destanda bir diğer sembolü olan gümüş yay’a özellikle vurgu yapılmaktadır.

Thetis, Yunan mitolojisinde su tanrıçası olarak bilinen ve tüm zamanların en iyi savaşçısı olan Achilleus’un (Aşil) annesidir. Homeros’un İlyada Destanı’nda “gümüş ayaklı Thetis” olarak geçer. Neden kendisine gümüş ayaklı dendiği konusunda bir bilgiye sahip değiliz. Ancak, İlyada’da Truva savaşında Yunanlıların tarafını tutmuştur. Oğlunun Truva savaşına gitmekten alıkoymak için önce ona geleceğini söylemiş. Truva savaşına giderse dönemeyeceğini, ama büyük bir ün kazanacağını; burada savaşa gitmezse ailesiyle birlikte mutlu olarak uzun yıllar yaşayacağını ona bildirmiş. Savaşta Achilleus, Agamennon tarafından aşağılanınca, gümüş ayaklı annesine yakarır. Annesi de Zeus’a yalvararak, Achilleus savaşa dönene kadar, Truva’nın düşmeyeceği sözünü alır. Achilleus’un tunçtan yapılmış silahlarını ve zırhını taşıyan arkadaşı öldürülünce, Achilleus’un ünlü silahları ve zırhı Hektor tarafından alıkonulur. Bunun üzerine gümüş ayaklı Thetis, topal demirci Hephaistos’tan yeni bir zırh ve silah istemiştir. Bu yeni zırhla Achilleus, Hektor’u öldürmüştür.

Günümüze ulaşan en eski yapıt olsa da Homeros’un büyük Truva efsanesinin yalnızca bir bölümünü anlatmış olması ve sonrasını okuyucuların bildiğini varsayması, İlyada’nın Yunanca yazılmış ilk edebiyat ürünü olmadığını gösterir. Homeros’un bu destanında yıllar önce, Truva savaşına ilişkin pek çok öykünün anlatıldığı sanılmaktadır. Bu konuyla ilgilenen bazı uzmanlar İlyada’nın yetenekli bir yazarın derlediği bir balatlar ya da destanlar bütünü olduğunu ileri sürer. Homeros diye birinin hiçbir zaman yaşamadığı, Homeros adının, destanda yer alan balatları söyleyen, adı belli olmayan kişiler için kullanıldığı kanısında olanlar da vardır. Ne var ki, yapıtın tamamını okuyanlar bunu yazarın yalnızca bir kişi olabileceğini kavramakta güçlük çekmezler.

ODYSSEIA DESTANI

Odysseia   ya da Odesa, Homeros’un ünlü destanlarından biridir. Diğeri de İlyada’dır. Modern Batı kültürünü oluşturan temellerden biridir ve İlyada destanından sonra günümüze ulaşan ikinci en eski Batı edebiyatı örneğidir. Bilim adamları MÖ 8. yüzyılın sonlarında, Anadolu’nun bir kıyı kenti olan İyonya’da oluşturulduğunu tahmin etmektedir. Destan daha çok Yunan kahramanı Odysseus’u ve onun Truva’nın düşmesinden sonra evine yaptığı dönüş yolculuğunu konu edinmiştir. On sene süren Truva Savaşı’ndan sonra Odysseus’un evinin bulunduğu İthake’ye dönmesi bir on sene daha alır. Öldüğü varsayılan Odysseus’un yokluğunda, karısı Penelope ve oğlu Telemakhos’in çektiği sıkıntılar aktarılmaktadır.

Odysseia destanı bir kahramanlık ve seyahat temelinde olduğu ve Odysseus’un seyahatlerini gemilerle yaptığı için çok fazla maden ve madencilikle ilgili materyaller bulunmamaktadır. Destanda bulunan madenlerle ilgili ifadeler genellikle tunç, demir, bakır gibi silah ve savaş malzemeleri donanımları ile altın ve gümüş gibi zenginlik materyallerine aittir. Destanda yer alan Kyklops (Tepegöz) anlatıları Yunan mitolojisinde yere alan bir öğe olması nedeniyle başka bir çalışmamda derinlemesine ele alınmasından dolayı bu dizinde yer verilmemiştir.   

Destanın ilk bölümünde Odysseus yaptığı seyahatle ilgili koruyucu tanrıçası Athena ile konuşur. Bu konuşmada seyahatin gerekçelerini anlatırken, şu ifadeleri kullanır; Hay hay, sana bütün bunları açıkça söyleyeceğim! Akhialos’un oğlu olmakla övünürüm; bizim Taphos’un iyi kürekçi olan ahalisine başkanlık ederim. Şimdi buraya gemimle ve yarenlerimle geldim; şarap yüzlü denizin üzerinde, yabancı dil konuşanlar iline, Temese’ye sefer ediyorum: tunçla değiş tokuş etmek üzere parlak demir götürüyorum. Gemim şehirden uzak, kırlarda, bağlanmış: Reithros limanında, Neios dağının koruluğu altındadır”[12]. Burada da görüleceği gibi Odysseus’un seyahatinin amaçlarından birisi de tunç alıp demir vermek gibi gözüküyor.

Odysseus’un seyahatleri sırasında gemilerindeki zenginlikleri ve taşıdığı mallar hakkında destanda; “Odysseus’un biriktirmiş olduğu malları da bana gösterdi: Altını, tuncu, güçlükle işlenmiş demiri; o kadar boldu ki, on neslin erlerini geçindirmeğe yeterdi. Hanın konağında bu ağır pahalı mallardan bunca ve bunca vardı. Odysseus’un Dodone’ye gitmiş olduğunu söylüyorlardı”. Yine destanın ilerleye bölümlerinde demir ve demirden yapılmış silahlarla ilgili olarak; “bundan başka Zeus’un aklıma getirdiği daha büyük bir düşünce var: İçkili bir gününüzde, aranızda bir çekişme çıkabilir, birbirinizi yaralayabilirsiniz, bu yüzden sofra hakkı ve evlenme şerefi kirlenir diye korktum: Çünkü demir insanı kendine çeker. dersin, ikimiz için yalnız iki mızrak, iki kılıç ve elde tutulacak sığır derisinden iki kalkan bırakırsın”[13]. ifadelerine yer verilmiştir.

Destanın 15. bölümünde Odysseus’un eşi Penelopeia ve madenlerle ilgili olarak; Bu ara gökgözlü tanrıça Athena, İkarios kızı Bilge Hatun Penelopeia’ya yayı ve parlak demirleri baltaları yavuklulara götürmesini hatırlattı. Hatun odasından çıkıp uzun merdivenleri indi. Tombul eliyle ustaca kıvrılmış güzel tunç anahtarı tutuyordu, bunun kulpu fildişindendi. Oda kızlarıyla birlikte hazne odasının en dip bucağına gitti; burada Hanın ağır pahalı malları, altını, tuncu ve ustaca işlenmiş demiri yatardı; kemerli yay, okluk ve onu dolduran oklar da buradaydı: Bunlardan nice inleyişler ve hıçkırıklar çıkacaktı!”[14] şeklinde belirtilmiştir.

Destanda en çok adı geçen madenlerden birisi de gümüştür. Altın ve gümüş Odysseus’un seferlerinde yaptığı ticaret sonunda elde ettiği kar olarak gemilerinde görülmektedir. Bu ticari yaklaşımın dışında birçok savaş aleti ve materyalde gümüşten yapılmıştır. Destanda adı geçen gümüş malzemeler; gümüş yay, gümüş ok, sepet, leğen, hamam teknesi, tokmak, lenta, çivili koltuklar, sırım ve gümüş masalar olarak geçmektedir. Odysseus’un seyahatlerinde adı geçen savaş silahları ile ilgili; “Alkinoos Han, bütün halkın ulusu! konuğun gönlünü almak için, buyurduğun gibi, kendisine şu tunç kılıcı vereceğim: kabzası gümüşten, kını yeni oyulmuş fildişindendir; bunu kendine lâyık görür, sanırım. Böyle dedi ve gümüş çivili kılıcı Odysseus’un elleri arasına koydu ve ona seslenerek kanatlı sözler söyledi”.

Odysseus’un gemileri destanda başta maden ve yiyecek olmak üzere ticareti yapılan birçok emtiayı takas ederek seyahatlerine devam eder. Truva’dan çıkışta 12 gemisi vardır Odysseus’un. Çift sıra kürekli ve yelkenli gemilerdir bunlar, sancak ve iskelede onar kürekten yirmi kürekçi çalışır demek bu gemilerde. Aldığı yol, küreklerle yelkensiz gidildiği zaman saatte bir ile bir buçuk mil, yelkenle elverişli rüzgârda üç ile dört mil olarak hesaplanır. Destanın geçtiği çağlarda gemilerinde demir yoktur. İlyada’da da sözü geçen ve Bodrum Müzesi’nde güzel örnekleri bulunan delikli taşlar kullanılır ki, mavi yolculuklarda kayıkla balığa çıkıldığı zaman bugün de Ege denizcilerinin kullandıkları bunlardır.

Kykloplar Yunan mitolojisinde alınlarının ortasında tek gözleri bulunan devlerdir ve Poseidon ile Amphitrite’nin oğullarıdır. Destanda anlatıldığı kadarı ile “Onlar tanrılardan korkmayan, zalim, insan etiyle beslenen yaratıklardır.” Homeros’a göre Kyklop’lar, mağaralarda yaşayan korsan çobanlardır. Odysseus adamları ile birlikte Truva savaşından vatanına dönerken dev Kyklop Polyphemos’a esir düşmüş ve onu öldürmek zorunda kalmıştır. Kyklop’lar, alınlarının ortasında tek gözleri bulunduğu için onlara tepegöz de denilmiştir.


Blog yazıma tepki göster
Harika
0
Harika
Beğendim
0
Beğendim
Haha
0
Haha
Beğenmedim
0
Beğenmedim
Güzel
0
Güzel
Anlamadım
0
Anlamadım

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir