Bizim evde de pazar günleri diğer birçok evdeki gibi klasik biçimde yaşanır. Evde en erken ben kalktığım için, sabah alışverişini ben yaparım. Karşıdaki gazete bayinden pazar günlerine özel 8 gazete, 2 dergi, fırından pide ekmek, 2 simit, dereotlu poğaça. Pastaneden çocuklara su böreği alırım. Ocaktaki çayı da demlediğim zaman benim Pazar mesaim bitiyor. Çocuklar uyanıp kahvaltıyı yapınca salondaki büyük kanepe, televizyon, uzaktan kumanda, ince belli bardakta demli çay, gazeteler ve dergiler bana kalıyor.
Ancak bu saltanat yaklaşık bir saat sürebiliyor. Sonra bizim evde bir diğer pazar klasiği yaşanıyor. Eşim evin genelinde örfi idare ilan ediyor. İlk olarak bilgisayarın başındaki oğlum fırça yiyor; “Önce üstünü değiş, sonra bilgisayara otur.”, “Ufff, tamam anne”. Evde tam bir teyakkuz hali, çamaşır makinesine beyazlar atılıyor. Elektrik süpürgesi ile bugüne kadar hiç görmediğim evin çeşitli köşelerinde temizlik yapılıyor. Evin hangi köşesinde bulmaca moduna geçsem, “ayağını kaldır oranın tozunu alıcam, geç şöyle otur” türünden çeşitli fırçalar yeniyor. Kız da ders çalışıyorum ayağı ile elde cep telefonu, kulağında mp3 çalar, kitaba anlamsızca bakıyor. 10 senedir her pazar aynı.
Bu Pazar, eşimin temizlik yapacağı bölgeden kaçtım, kızımın odasına sığındım. Gazetemi okuyup, bulmacamı çözüyorum. Kızım kulaklığını çıkardı. “bak baba Grup “Bilmem Ne”yin söylediği “Fabrika Kızı” diye bir şarkı, sen seversin, bir roman gibi anlatmış, çok hoş”. Şarkıyı sonuna kadar dinledim ve kızımın yeni bir şey keşfetmesinin hazzını yaşaması için bu şarkıyı bildiğimi söylemedim. Oysa ben o Fabrika Kızı’nı yakinen tanırım. Fabrika Kızı benim gençliğimin, delikanlılığımın şarkısıydı.
“Fabrika Kızı”; müziği Bora Ayanoğlu’na ait bu hüzünlü şarkıyı Alpay’ın sesiyle tanımış ve sevmişizdir. Fakat çoğumuz bu şarkının kim için, nerede, neresi için yapıldığını pek bilmeyiz ya da düşünmeyiz. “Gün doğarken her sabah / Bir kız geçer kapımdan / Köşeyi dönüp kaybolur / Başı önde yorgunca” diye başlayan şarkı, fabrikada tütün sararak ekmeğinin derdinde olan ve kederli dünyasında onuruyla ayakta durmaya çabalayan bir işçi kadının uzaktan tanık olunan hikâyesini anlatır.
O tütün sarılan yer Türkiye’nin ilk büyük sigara üretim yeri olan Cibali Tütün Fabrikası’dır. Haliç kıyısındaki anıtsal bina, İstanbul’da fabrika düzeninde kadın işçi çalıştıran ilk yerlerden biridir ve ülkemizde çocuk kreşi bulunan ilk fabrikadır. Bugün özel bir üniversitenin kampüsü olan ve koridorları artık “tütün” kokmayan Cibali Tütün Fabrikası’nın koridorlarında dolaşırken duvarları süsleyen siyah beyaz fotoğraflarla tütün fabrikasının bir asırlık geçmişine yolculuk yaparsınız. Tütün balyalarının üst üste yığıldığı depolar, pek çoğu gayr-i müslim kadınların tarihin belleğinde yer edeceklerini bilmeksizin tütün işlerken poz verdikleri atölye, sıra sıra tütün işleme makinaları. Üstüne şiirler yazılıp, şarkılar bestelenen bir fabrika var mıdır bilinmez ama Cibali Tütün Fabrikası şarkıların çilekeş kahramanlarını bağrında taşımıştır.
“Fabrikada tütün sarar, sanki kendi içer gibi, ara sıra hayal kurar, bütün insanlar gibi” şarkısının güfte yazarı Cibali”deki bu fabrikadan ilham alır. Türkiye’de kadınların kitleler halinde çalışma yaşamına katılması da bu fabrika sayesinde olur. Cibali Tütün Fabrikası babadan oğula, anada kıza, kuşaklar boyu çalışan işçileriyle, 20. yüzyılın başlarında işçi hareketlerine, grevlere ev sahipliği yapmasıyla ekonomik ve sosyal tarihte olduğu kadar “siyasi” tarihte de yer bulur kendisine.
70’li yıların başında popüler olan ve o dönemin gereği toplumsal sorunları ön plana çıkaran şarkılardan biridir, Fabrika Kızı. Şarkıda Fabrika kızı işçi sınıfının bir temsilcisi olmasına rağmen kadın olmanın duygusallığını da taşır. Şarkıda vurgu; genç yaşta ağır bir yükün altında ezilmiş olmasından daha gerçekçi. Fabrikada tütün sarar, sararken de hayal kurar. Bütün arzusu pembe panjurları olmasa da bir evi olsun ister, Bir de içmeyen kocası. Fabrika kızının tüm isteği bütün arzusu bu. Bu durum sağlanırsa tanrı ne verirse geçinip gidecek, yeter ki mutlu olsun yuvası.
Tarihi Bizans surlarının ardında İstanbul’un en eski bölgesi yer almaktadır. Bu surlar, Cibali Tütün Fabrikası’nın da etrafını çevreler. Bu fabrika Osmanlı döneminden beri “Altın Boynuz” diye de anılan Haliç’e yalnızca birkaç metre uzaklıktadır. Fabrikanın bitişik semti Unkapanı bölgesinde Osmanlı devrinde ticari hayatın kalbinde yer alan ve 19. yüzyıla kadar kullanılan Zeugma bulunuyordu ve doğal olarak Zeugma etrafındaki faaliyetler bölgeye hareket getiriyordu. Bu hareketlilikten Cibali Tütün Fabrikasu da nasibini alıyordu. Cibali’nin Haliç kıyılarındaki ambarlar ve depolar bu bölgeye doğru gelişmiş olan ticari hayat hakkında fikir vermektedir. Cibali’nin limanı olan Porto del Pozzo, Haliç’e kıyasla daha küçüktür. Eski zamanlarda deniz ve Haliç surları arasındaki mesafe 12-15 metre kadardı ve sahil şeridinde de Haliç limanından yola çıkacak mallarla dolu ambarlar ve tersaneler sıralıydı. Surlar içindeki geçitler malların taşınmasında kolaylık sağlıyordu.
Cibali yaygın bir inanışa göre ismini 1453’te Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’un fethi sırasında aldı. Bursalı bir asker olan Cebe Ali Bey, sur duvarlarını yıkarak şehre girdi. Halkın bu noktaya Cebe Ali Bey’e atfen verdiği ismin zamanla Cibali’ye evrildiğine inanılmaktadır. Bölgenin sınırları batıda Küçük Mustafa Paşa, güneyde Zeyrek, doğuda Unkapanı ve kuzeyde Haliç’tir.
Fetihten sonra Cibali bölgesi gelişmeye başladı. Hepsi de meşhur birer denizci olan kaptanlar Murat Reis, Mustafa Paşa ve Kemal Reis bölgede kendilerine köşkler yaptırdılar. Cibali’yi İstanbul’un kimliğiyle birleştiren iki faktör vardır. İlki, bölgede sık sık çıkan yangınlardı; ikincisi ise semtle aynı ismi taşıyan bu tütün fabrikası ve tütün ambarıydı. Cibali ticari bir merkez olduğu ve gemi yapımında pek çok yanıcı madde kullanıldığı için sık sık yangın oluyordu. Eğer rüzgar kuzeydoğudan eserse, Haliç surlarının iç ve dış kısmındaki yangınlar, özellikle o dönemde şehirde pek çok ahşap bina bulunduğu için ciddi bir tehlike oluşturuyordu. O dönemlerde büyük yangın felaketlerinin birçoğu “Cibali yangınları” olarak adlandırıldı.
1884 yılında kurulan Cibali Tütün Fabrikası, bölgeyi sosyal ve ekonomik anlamda değiştiren önemli bir kurumdu. 1900’lerin hemen sonrasında faaliyete başlayan kurumun büyük fabrika binası tütün işleme ve sigara üretimi için kullanılıyordu. Tütün gümrükleri de bu bölgede toplanmıştı ve fabrikada çalışan işçilerin birçoğu bu çevrede yaşıyordu. 45 yıllık Fransız işletmeciliğinin ardından fabrikanın işletmesi cumhuriyetin kurulmasını takiben 1 Mart 1925’te devlete geçti.
Cumhuriyetin ilk yıllarında devlet önemli bir dış borç yükü altındaydı. Bu borçları karşılamak üzere Düyun-u Umumiye İdaresi kuruldu. Kuruluşunun hemen ardından İdare, birçok vergiye el koyar, yetmeyince tuza ve tütüne de el atar ve Reji İdaresi kurulur. Reji(TEKEL) sayesinde tütün ve tütün mamulleri devlet tekelinde toplanır. Günümüz TEKEL’inin önceli olan Reji İdaresi, tütün üretimi ve ticaretini merkezileştirince, özel şahıslara ait olan Cibali Tütün Fabrikası da bu yabancı idareye satılmak zorunda kalınır.
Cibali Tütün Fabrikası, 1925’de Reji’den alınıp devletleştirildiğinde tam kapasite ile çalışmakta ve 1940’a kadar da ülkedeki her türlü sigara üretimini tek başına karşılamaktaydı. 1970 yılında İstanbul Sigara Fabrikası kuruluncaya kadar da ülkemizin en önemli sigara fabrikası olarak kalmayı başardı. 1937 yılında Cibali Sigara Fabrikası’nda üretilen sigaralar Sipahi Ocağı ve Köylü de dahil olmak üzere bütün sigaralardır. Diğer tütün mamulleri ise; Yenice, Enâlâ, Bafra ve Tatlısert tütünleri, ihraç edilen her türlü sigara ve tütün mamulatı, pipo tütünü, puro ve sigarilloslar, enfiye ile tömbekidir.
Cibali Tütün Fabrikası, değişik tütün mamullerinin üretiminin de denendiği bir fabrikadır. Örneğin, İkinci Dünya Savaşı başladıktan kısa süre sonra yollar kapanıp puro üretmek için sargılık tütün ithal etmek imkânsız hale gelince, bu fabrikada yerli tütünlerden puro yapma imkânları aranır. Havana tütünleri tohumları ve Rize’nin Pazar kazasından elde edilen ürünle (Türk Havana cinsi tütünle) 1948’de “İstanbul Purosu” çıkarılır. Piyasada satılmakta olan Ege, Toros, Çankaya puroları kaldırılır. O yıllarda “Esmer” adıyla satılmakta olan sigarillos da kaldırılarak yerine yine bu fabrikada ve Pazar tütünleri ile yapılan Marmara ve Pazar sigarillosları piyasaya sürülür.
Bizim kuşak hatırlar; Fabrika Kızı şarkısında 70’li yıllar için oldukça ilerici ve toplumsal bir söylem vardır. “İhtiyar anası gibi kadınlığını bilememek”. Çalışan kadın, modernleşmesine rağmen gene de (ihtiyar anası gibi) kadınlığını yaşayamıyor. Kendi cinselliği ve kadın kimliğiyle asla barışamayacağını, (belki giderek erkekleşeceğini, duyarsızlaşacağını) ama bunun farkına bile varamadığını anlatıyor. Bu kadın gene de bir kocanın hayalini kurmaktadır. Para kazanıyor olması ve kendi ayakları üstünde durabilmesi yeterli değil, illa koca lazım ve üstelik koca olarak istediği de çok bir şey değil, içmesin, sarhoş olup pislik yapmasın ve yuvanın rızkını içkiye harcamasın yeter.
Cibali Sigara Fabrikası, 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başındaki işçi hareketlerinde de önemli bir yere sahiptir. 1970’li yılların sonunda işçi direnişleri ile ünlenen Adana Sigara ve İstanbul Maltepe sigara fabrikalarının rolü, o yıllarda Cibali işçileri tarafından oynanır. Fabrika, Cibali, Fener, Fatih ve civarında oturan halkın, özellikle kadın işgücünün (üstelik kadının çalışmasına pek hoş gözle bakılmadığı yıllarda) çalışma yaşamına girmesine öncülük eder. İşçi ücretleri de o yıllarda orta halli bir yaşam kurmak için yeterlidir.
Öğle yemeği verilmesi, sağlık sorunlarına çözüm bulunması, acil parasal ihtiyaçlara cevap vermek üzere “İşçi Taavvün Sandığı”nın kurulması fabrika çalışanlarının önemli sosyal haklarındandır. Taavvün Sandığı (Biriktirme Sandığı), 1950’li yıllarda yerini Sigorta Kurumu’na bırakır. Diğer bir deyişle şimdiki Sigorta Kurumu, (önce SSK, sonra SGK) Cibali’deki bu sandığa dayanmaktadır.
Fabrikanın, yine işçi hakları çerçevesinde kazanılmış bir başka özelliği ise içinde bir çocuk kreşinin bulunmasıdır. “Cibali Kreşi”, işçi hakları çerçevesinde kazanılmış ancak fabrika yönetimi için de övünç kaynağı olan bir sosyal motiftir. Fabrikadaki bu kreşin Türkiye’deki ilk kreş uygulaması olduğu söylenmektedir.
1948 yılında “İktisadi Yürüyüş” dergisinde yeralan bir yazıda “bu fabrikanın içtimai yardım ve çocuk kreşi memleketteki şöhretini muhafaza etmektedir. 16 yataklı reviri, eczanesi, laboratuarı ve her sahada mütehassıs doktorları ile Cibali işletmesi yıllardan beri buraya emek veren müdür Sami Sunal’a ve arkadaşlarına manevi bir haz bahşedecek bir haldedir” denilmektedir.
2010 yılı başlarında tüm ülkede yaşanan ve Ankara’da doruk noktasına çıkan TEKEL işçi eylemleri sırasında gördüğüm tüm kadın işçilere “fabrika kızı” gözüyle bakmıştım. Omuzlarında ağır bir yük, işçi olmanın zorlukları, kadın olmanın sıkıntıları, bulacağı bir koca ve kuracağı mutlu bir yuvanın hayalleri.
Bu nedenle midir bilmiyorum? 70’li yıllarda delikanlılığımı yaşarken, yine o dönemin popüler şarkılarından “Tamirci Çırağı” ile “Fabrika Kızı”nı bacı-gardaşmış gibi düşünmüşümdür. Çocukluk, gençlik işte, ben öyle düşünürdüm. Ortak paydaları işçi olmaları mıdır, zavallı olmaları mıdır, aynı sınıftan olmaları mıdır, bilmiyorum. Ama ikisini o yıllarda bacı-gardaş olarak düşünmüşümdür.
Ancak Fabrika Kızı, Tamirci Çırağına benzemez. Kadın olmasından dolayı biraz daha duygusal ve bu genç yaşta ağır bir yükün altında ezilmiş olmasından daha gerçekçi. Fabrikada tütün sarar, sararken de hayal kurar. Dışarda bir yağmur başlar, yüreğinde derin sızı, gözlerinden yaşlar akar, ağlar Fabrika Kızı.
Pek çok tarihi olaya tanıklık eden, çok sayıda sosyal hakka imza atan Haliç’teki bu ihtişamlı bina ve işçileri edebiyatımızdaki yerini, birçok aşkın tanığı ve sahibi olarak ta almıştır. Rizeli bir berber olduğu anı defterinden anlaşılan Aşık Çakır Çavuş, İstanbul’dan ayrılıp giderken yanında yol arkadaşı olarak Cibalili bir kadını da götürür. Bununla ilgili üç parça manzum hatıratından biri Cibali üzerinedir ve bir bölümünde şöyle der: Cibâli’nin dilberi / Tütün sarar elleri / Şekli beşerde peri / Gör Rizeli berberi. Mahmut Yesari’ye ait Çulluk isimli roman da Cibali Tütün Fabrikası’nda çalışan bir genç kızı anlatır. Bu romandan etkilenen Bora Ayanoğlu da “Fabrika Kızı” şarkısını yazar ve besteler. Ancak bir başka rivayete göre Ayanoğlu bu şarkıyı, fabrikada çalışan Mahtume isimli, oldukça hoş ve alımlı bir kızdan etkilenerek yazmıştır.
1900’lerde çekilmiş, fabrikadaki hayatı anlatan fotoğraflara bakarsak, göreceğimiz manzara dikkate değerdir. Fabrikada o yıllarda 1.500’ü kadın ve 662’si erkek olmak üzere toplam 2.162 kişi çalışmaktadır. TEKEL Cibali Tütün Fabrikası; kendi polisi, sosyal görevlileri, hastaneleri, sosyal tesisi, bakkalları, okulları, yangın birimi, sendikaları ve lokantalarıyla aslında kendi başına küçük bir şehirdir.
Çoğunluğu kadın olmak üzere kadınlı-erkekli çok sayıda işçinin çalıştığı, mimari yapısı, işçisi, insan ilişkileri, sosyal olayları ve aşklarıyla hem şehir hem sanayi tarihimizde önemli bir yere sahip olan Cibali Tütün Fabrikası, 1992 yılında boşaltılır. Yaklaşık iki buçuk yıl sonra 1995’te Fatih Belediye Binası olarak kullanılmak istenir. Fakat bu girişim gerçekleşmez. Ardından Kadir Has Vakfı’na devredilir. Vakıf, binada restorasyon gerçekleştirdikten sonra 1997 itibariyle binayı Üniversite merkez kampus binası olarak kullanmaya başlar.
Günümüzde binaya girdiğinizde duvarlarında tütün üretimi dönemine ait fotoğraflar görebilirsiniz. Fabrika döneminden kalan demir yapı unsurları da hemen göze batar. Bu demir sütunlar arasında o eski fotoğraflarda, tütün kokan elleri, tütün kokan duvarları, iş makinelerinin seslerini hissedebilir; romanlara, şiirlere ve şarkılara dökülmüş aşkları tekrar yaşayabilirsiniz. Bu yazıyı okuduktan sonra Haliç’ten geçerken binaya bir kez daha bakın. Görkemi ve manzarasıyla size hala bir genç kız edasıyla göz kırptığını fark edeceksiniz.
Cibali Tütün Fabrikası ve Fabrika Kızı’nın hikayesi belki 40 yıl sonra bir Pazar günü bizim evde tekrar hayat buldu. Kızımın yeni tanıştığı Fabrika Kızı ile ben onun yaşlarındayken tanışmıştım. Benim hayalimdeki Fabrika Kızı, sıska, ince, narin bir şeydi. Sanki kendi içer gibi fabrikada tütün sarar. Sararken de hayal kurardı. Bütün insanlar gibi.
70’li yıllardan günümüze en az 40 yıl geçti. Büyük olasılıkla tamirci çırağı büyümüş, kendi mahallesinden bir kızla evlenmiş, üç çocuk sahibi biridir. Eğer işleri rast gitti ise, Büyük Sanayi’de ya da OSTİM’de bir Tamir-Bakım atölyesi açmıştır. Büyük oğlunu yazları okul kapanınca zanaat öğrenmesi amacıyla yanında çalıştırıyordur.
Büyük bir olasılıkla Fabrika Kızı, geçici işçilikten kurtulmuş, TEKEL’de kadrolu olarak çalışmış, geçen bunca süre içinde 5.000 iş gününü doldurunca emekli olmuştur. 80’lerin başında Tamirci Çırağı’nın da çalıştığı atölyede kalfa olan ve aynı mahallede yaşayan birisi ile evlenmiştir. Mahalle baskısı nedeniyle kocası içmiyordur, ancak bazen karısını dövdüğü olur. Olsun iki çocuğunun hatırına Fabrika Kızı ona da katlanır. Şimdilerde o narin, sıska yapısı gitmiş, irileşmiş, göbekli koca bir avrat olmuştur.
Bunlar mutlu son mudur bilmiyorum ama 15 yaşında iken Fabrika Kızı ile Tamirci Çırağı’nı bacı-gardaşmış gibi düşünürdüm. Şimdi 50 yaşındaki kafa ile her ikisinin birbirlerine çok yakıştığını, birbirlerinin talep ve özlemlerine cevap verebilecek, karı-koca olması gerektiğini düşünüyorum.
Pazar akşamı gazetelerin geri kalanlarını aldım, yatağıma geçtim. Gazetelerin ardından iyice uykum bastırınca, gözlerim iyice yorulunca Fabrika Kızı aklıma geldi. Tavandaki avizede; suratı yağlı, tulumu eski, elinde ingiliz anahtarı ile Tamirci Çırağını ve zayıf, sıska, başı arkadan zarif bir tülbentle bağlı ayağında eski bir ayakkabısı ile Fabrika Kızı’nın silüetini avizede gördüm.
Tamirci Çırağı; belki bacısının,
Belki de karısının elinden tutuyordur.
Kim bilir……
Nadir AVŞAROĞLU
Maden Mühendisi
Kaynaklar
1- Tekel Dergisi
2- Osmanlı’dan Günümüze Tekel isimli kitap, (TEKEL Yayınları).
3- 1965 İstanbul Ansiklodepisi (Reşat Ekrem Koçu)
4- 1933 İstihbarat Bülteni
5- Özel Arşiv ve Koleksiyonlar