T CETVELİ ve HESAP MAKİNESİ
Gençlik yıllarımdan beri izlediğim bir Türk filmi vardır “Ah Nerede”. Başrollerini Tarık Akan ile Gülşen Bubikoğlu oynardı. Tarık Akan iki erkek kardeşiyle, ki hatırladığım kadarı ile biri Halit Akçatepe idi, İstanbul’da okuyorlardı. Filmde zengin babası tarafından sağlanan cömert harçlıklarını kız tavlamak ve sevgilileriyle, ki iki tanesi kardeştiler, gönül eğlendirmek için kullanırlar. Film Tarık Akan’ın Gülşen Bubikoğlu’na aşık olması ile gelişir, Adile Naşit’te değişik bir tipleme ile filmde “evde kalmış çapkın kız” rolünü üstlenmiştir.
İşte o filmde benim için en sahnelerden birisi; Tarık Akan’ın üniversiteye gidiş sahnesidir. Beyazıt Meydanı, İstanbul Üniversitesi’nin önü, kapşonlu, uzun , yeşil bir parka, müzikle beraber dar, desenli bir kazak, o zamanlar hayran olduğum İspanyol paça pantolon içinde Tarık Akan. Ancak en önemli akseuar; kalın kitabın arasında taşıdığı T cetveli.
Aslında bütün Türk filmlerinde kullanılan bir karedir bu durum. Filmde esas oğlan, üniversiteli olduğunu vurgulamak için mutlaka koltuğunun altında T cetveli taşırdı. Hatta bu kare, dönemin en ünlü mizah dergisi Gırgır’da da kullanılırdı. Klasik bir Yeşilçam fragmanı.
Çocukluğumdaki ve gençliğimdeki yerli filmleri ve bende bıraktıkları izleri severim. Koltuğunun altında T cetveli, Beyazıt Meydanı’nda merdivenlerden inen Tarık Akan hala gözümün önündedir. Ancak ilginçtir, o filmde Tarık Akan Tıp Fakültesinde okuyordu. Bu durumda bir Yeşilçam klasiği olsa gerek.
Belki Türk filmlerinin etkisi, belki küçük yaşlardaki gözlemlerimin sonucu üniversite öğrencisi dendi mi, benim aklıma “Ah Nerede” filminde olduğu gibi; parkalı, kadife ya da kot pantolonlu, boynu bükük ama mağrur yürüyüşlü, bazen ağzında sigara ama mutlaka koltuğunun altında T cetveli olan zayıf gençler gelirdi. O kendilerine güvenen ve mağrur yürüyüş, içime işlemiş olmalı ki birçok arkadaşım tıp ya da hukuk okumak isterken benim en önemli hayalim T cetveli kullanacağım bir meslek seçmekti.
Birçok kişi, kurum ya da kuruluş geliştirdikleri kültür ve birikimleri bazı sembol ve simgelerle ifade ederler. Sözcük anlamı olarak sembol, “biçimi ya da doğası ile bir düşünceyi ya da düşünceler bütününü çağrıştıran nesne ya da resim” demektir. Meydan Larousse ise sembol tanımını “duyularla algılanamayan bir şeyi belirten somut şey veya işaret” şeklinde tanımlıyor.
Birçok olayın, olgunun ya da yapının sembolü vardır. Birçok mesleğin de. Birine; doktor derseniz aklına stetoskop gelir, avukat denince cübbe, mühendis denince baret, T cetveli. Odanın lokalinde, Ankara’daki üniversitelerin mühendislik fakültelerinde okuyan öğrencilerle sohbet ediyorduk, onların dediklerine göre artık mühendislik fakültelerinde teknik resim (çizim) dersi verilmiyormuş. Bölümlerde auto-cad dedikleri programlar sayesinde bilgisayar üzerinden gerçekleştirdikleri bir teknik resim öğretimi görülüyormuş.
Çok üzüldüm.
Yaz tatili geçip üniversiteler açıldığında babama duygu sömürüsü yaparak kitap alacağım diyerek, yüklüce bir meblağ telafuz ederdim. Babam bu kadar parayı ne yapacağımı sorduğundan kitaplar çok pahalı yanıtını verirdim. Ancak ilk yılı hiç unutmuyorum, bu soruya cevabım T cetveli alacağım şeklinde olmuştu. Hatta duymayacağını ya da T cetvelinin ne olduğunu bilmeyeceğini düşünerek birkaç kez tekrarladım.
Hazırlık sınıfında okurken benden bir yıl büyük olan birçok arkadaşa hep özenmişimdir. T cetveli ile ilk tanışıklığım böyle oldu. İzmir Caddesi’nde Till Kırtasiyesi’nden tahta bir cetvel aldım. Kasanın önünde kuyruk beklerken ben onu tanımaya çalışıyordum. Öğrenci yurdundaki arkadaşlardan gönye, pergel ve çizim kağıdı gibi diğer aksesuarlarını da tamamlayınca yarı yarıya mühendis olduğumu düşünmüştüm.
Muhakkak ki; zaman ilerleyecek, bilim ve teknoloji gelişecek, önceleri olmazsa olmazlar, gelişen bu teknik karşısında eriyecek, değişecek. Ama teknik resim ve proje derslerinde kullandığımız T cetveli önemli idi. Yok olmaması lazım. Bizden bir önceki kuşak da sürgülü cetvel için aynı yaklaşımı göstermiştir. Tutucu değilim ama T cetveli bir dönemin en önemli mühendislik sembolüdür, zamana ve gelişen teknolojiye yenik düşmemesi lazım. Öğrenci arkadaşlardan artık mühendislik fakültelerinde teknik resim dersi olmadığını, T cetvelinin kullanılmadığını duydum.
Çok üzüldüm.
Bizler; 17-18 yaşında bulunduğumuz kentleri terk ederek, büyük kentlere mühendis olmaya geldik. O yaşlarda, daha bıyığımız terlememişken en seçkin üniversitelerde mühendislik okumaya. Daha birinci sınıfta teknik resim dersi için elimizde tuttuğumuz T cetveli bizim mühendislik öğrencisi olduğumuzun en önemli göstergesi idi.
Bir mühendis ile T cetvelinin öyküsü aslında enteresandır. T cetvelini ilk eline aldığında; nerede ve nasıl kullanacağını bilemez, garipsersin. Kullanıldıkça insan alışır cetvele, zordur, sıkıntılıdır. Teknik resim dersi ilerledikçe, onu seversin. Hissedersin o da seni sever. Ders biter eve gidersin, elinde götürmesi, otobüste taşınması, sağa sola çarpmadan tutması zordur. Sadece T cetveli de taşınmaz; pistole, iletki, gönye, pergel, teknik resim çantası, bir sürü çizim kalemi…
Dersi de sıkıntılıdır, yüksek tavanlı, kaloriferleri yanmayan, büyük çizim salonları. Hele bir de teknik resim dersi kötü giderse, içinden T cetvelini kırmak geçer, kıyamazsın. Hayalin, idealin, mühendis olmanın ilk simgesidir o. Her seferinde şeytan dürtmesine rağmen vicdan azabı duymamak için kırılamayan, saklanılan ve de özlenilen bir şeydir, T cetveli. Artık mühendislik öğrencilerinin T cetvelini taşımadıklarını duydum.
Çok üzüldüm.
Kaldığımız öğrenci evinden çıkıp servis durağına gelene kadar elimde T cetveli, herkesin bana imrenerek baktığını düşünürdüm. 18 yaşımda elimde tuttuğum T cetveli ile sıradan biri olmadığım, üniversite öğrencisi olduğum, hatta mühendislik okuduğumu herkese gösterirdim ya da bana öyle gelirdi. Hatta durakta servisi beklerken karşı apartmanın ikinci katındaki uzun saçlı kız, belki bakar diye Ankara’nın o soğuğunda T cetvelini ön tarafta görünür bir yerde bulundururdum.
Şimdi artık mühendislik öğrencileri T cetveli kullanmıyormuş, çalışmalar bilgisayarda yapılıyormuş. Oysa benim T cetvelim birkaç sene öncesine kadar yatağın altında bir poşet içinde duruyordu. Teknik resim ve proje dersleri dışında hiç kullanmadım, hiç ihtiyacım olmadı ama, o benim mühendis olmamın bir parçası idi, önemli bir parçası idi, çok üzüldüm.
Oda lokalinde birlikte olduğum öğrenci arkadaşlarla sohbet ederken “Bizim zamanımızda bilgisayar yoktu” dedim. İnanmadılar. Şimdilerde üniversitelerin mühendislik fakültelerinde okuyan gençler 1980’lerin sonlarında doğmuşlar, hatta aralarında 1990-91 doğumlular bile var. Bu kuşağın bizim zamanımızda bilgisayar olmadığını anlamaması mümkün.
Sohbet devam etti, ben de gençlere anlattım. Biz öğrenciyken, birkaç şanslı arkadaşımızda hesap makinesi vardı. Bizim zamanımızda iki grup vardı bir grup Texas’cılar. Bunlar Texas 58 C ya da 59 kullanırlardı. Bir diğer grup da Casio’cular. Casio kullananların Casio 1500’ü vardı.
Çok dillendirilmezdi, ancak her iki farklı hesap makinesini de kullananlar arasında gizli ve soğuk bir savaşın sürdüğü gözlenirdi. Texas’cılar makinelerinin şarjlı olması, fonksiyonel olması, e tabanlı logaritma (ln) alması, ekranının küçük olması nedeniyle çok enerji tüketmemesi ile övünürlerdi. Casio’cular ise; makinelerinin iki kalem pille uzun süre çalışması, (1/x)’in tek tuşla hesaplanabilmesi, üniversitelerde yaygın olarak kullanılması nedeniyle birbirlerinin makinelerini kullanabilmelerini örnek göstererek makineleri ile övünürlerdi.
Bu şanslı azınlıktan biri de bendim. Benim Almanya’da akrabalarım vardı ve ben Texas kullanıcısı idim. Bizim öğrenci olduğumuz yıllarda hesap makinesi sahibi olmak önemli bir ayrıcalıktı. Hesap makinesi mühendis olmanın bir sembolü, bir simgesi idi. Üniversiteden mezun olduk. Diploma olmadığı için, “çıkış” adını verdikleri yarım sayfalık pelür bir kâğıt, ilkokuldan beri benim gördüğüm öğretimi ve benim mühendisliğimi belgeleyemezdi. Bu nedenle hesap makinemi mühendisliğimin ilk yıllarında fabrikadaki masamın üstünde hep bulundurdum. Mühendis olmanın sembolü olarak gördüğüm bu makine şarj pilleri bitene kadar masamın üstünde durdu. Artık bu pillerin üretilmediğini ve bu nedenle makinemi kullanamayacağımı öğrendiğimde de çok üzülmüştüm.
Mezuniyetimin üzerinden 20 küsur sene geçti. Üniversiteye gidip diplomamı hala almadım. Ancak uzun zamandır kullanmıyor olmama, yerine çok daha pratik ve güneş enerjili hesap makineleri çıkmasına rağmen ben hep Texas’ı bulundurdum. Ömrü tamamlanmış olmasına rağmen hala tavan arasındaki karton kutuda durur. Diplomam değil ancak o hesap makinesi benim mühendisliğimin en önemli araçlarından biri.
Yaşlanıyor muyuz nedir, bilmiyorum ama, bu argümanlar mühendisliğin ve mühendis olmanın en önemli enstrümanları idi. Biz öğrenciyken, üniversite kampüsünde hangi öğrenci fen-edebiyatta okuyor, hangisi işletmede okuyor çok anlaşılmazdı. Ama bir öğrenci de hesap makinesi ya da T cetveli varsa mühendis olduğu aşikârdı. Üstelik de T cetveli ön tarafta tutulurdu ki, bazıları görebilsin diye. Şimdi bunların yerini bilgisayar almış. Bilgisayar herkeste var. Zaman geçmiş, teknoloji ilerlemiş olabilir, ancak yanınızda taşıyamadığınız bir bilgisayar bahsettiğim bu seçkinliği size veremez.
Nadir AVŞAROĞLU
Maden Mühendisi