SARAÇOĞLU MAHALLESİ
Bir pazar sabahı kahvaltıdayken sordum eşim ve çocuklarıma “Saraçoğlu Mahallesi nerede bilir misiniz?” Herkes bir yer söyledi ama kimse yerini bilemedi. Aslında çocuklarım adını bile duymamıştı. Ama ben yerini tarif edince, o sokaklarda herkesin bir anısı ya da gözlemi olduğu ortaya çıktı.
İnsan yaşadığı kenti ne kadar tanır? Yaşadığı kentte, yürüdüğü kaldırımlarda, arşınladığı sokaklarda, başını kaldırıp etrafa baktığı var mıdır bilinmez? Yaşam mücadelesi, bir yerlere yetişme telaşı, sürüp giden iş yaşamı, yorucu bir günün izleri. Ne Ankara senin farkına varır, ne de sen Ankara’yı yaşarsın.
Bir Ankaralı’nın ömrü hayatında en sık karşılaştığı sorudur; “bu Ankara’nın nesini seviyorsunuz?” Bu soru final sınavında ters köşe yapan hocanın zor sorularından biridir. Aklınızdan türlü cevaplar geçer, o cevapları toparlamaya, satırlara dökmeye çalışırsınız, üzerine yazılar yazarsınız ama sizin aklınızda bildiğiniz cevabı bir türlü istediğiniz gibi aktaramazsınız karşınızdakine. Tuhaf bir çaresizlik hissi kaplar içinizi.
Doğrudur, bakıp hayran kalacağınız bir şehir değildir; Ankara. Ne büyüleyici güzellikteki Boğaz’a, ne de bira içerek güneş batışını seyredeceğiniz bir Körfez’e sahiptir. Benzer asık yüzlü devlet binaları, pek çok yerde rastlayamayacağınız yoğunluktaki yeşillik, geniş ferah yollar bile kurtarmaz onu.
Bu nasıl bir şehirdir ki doğal güzelliği yok denecek kadar az olsun, havası soğuk ve gri olsun, binaları sıkıcı bürokratlarla dolu olsun, sokaklar memurlarla, işine koşturan insanlarla dolu olsun, gezip görecek yerleri bir çırpıda sayılabilecek kadar az olsun ve en önemlisi denizi olmasın. Ama yine de orada yaşayanların, doğup büyüyenlerin sebebini anlayamadıkları bir şekilde içlerine işlesin.
Kimse bilmez, ama Ankara, yaşandıkça, sokaklarında anı bıraktıkça güzelleşen bir şehirdir. Gözlerinizi sımsıkı yumup var gücünüzle söverek ona saldırmayı bırakırsanız görürsünüz aslında onun size kollarını açmış gülümsüyor olduğunu. İçinde yaşamayan bilemez ama Ankara güzeldir…
Ankara’yı sevmek; bozkırı sevmektir. Kışın kuru ayazını, yazın kuru sıcağını, gri binaların arasından çorak dağlara, batan kırmızı güneşi sevmektir.
Ankara’yı sevmek; serin yaz akşamlarında balkondan şehri seyretmeyi, kışın kar altında Eymir’de mangal yakmayı, donmuş buzda kaymadan yürümeyi sevmektir.
Ankara’yı sevmek; biraz da durağanlığı sevmektir. Çocukluk arkadaşlarını ergin yaşında da her gün görmeyi sevmektir. Ankara’yı sevmek güneşi sevmek gibidir. Ne ona gözlerinizi dikip bakabilirsiniz ne de onun sıcaklığından vazgeçebilirsiniz. Ankara’yı sevmek geceyi sevmek gibidir. Çok karanlık olsa da etrafı aydınlatan yıldızlar vardır ve siz o yıldızları görseniz de aslında, o yıldızlar hep çok uzaktadırlar.
Bir de Ankara’yı sevmek yaşamayı sevmek gibidir. Her sabah uyandığınızda derin bir nefes alırsınız, başlayan güne size hayat verdiği için teşekkür edersiniz. Ankara’yı sevmek aslında zoru sevmektir. Çünkü Ankara, kendini kolay sevdirebilen bir yer değildir. Başka şehirler gibi insanı ilk bakışta kendine âşık edemez. Doğal güzellikleri, tarihi yerleri, kültürel etkinlikleri sınırlıdır. Bu yüzden Ankara’yı sevmek emek ister, çaba ister, sevmeyi bilmek ister…
Saraçoğlu Mahallesi işte tam bu Ankara’nın ortasındadır.
1920’li yılların başında nüfusu yaklaşık 20.000 olarak tahmin edilen Ankara’nın bugünkü 4.700.000 nüfusa erişinceye değin geçirdiği dönüşüm sürecinin incelenmesi, bir anlamda Türkiye Cumhuriyeti’nin dönüşüm sürecinin incelenmesi anlamına gelir.
İstanbul yerine Ankara’nın başkent yapılması sıradan bir karar değildi. Bu karar, yeni devletin kurucularına, Ankara’yı yeniden kurmak gibi önemli bir sorumluluk yüklüyordu; çünkü bataklıklarıyla; çamurlu yollarıyla; bakımsız, eski ve kerpiç evleriyle Ankara’nın İstanbul’a alternatif başkent olarak görülmesi, çılgınca bir düşünceydi. O yıllarda Ankara’nın eksiklikleri bunlarla da sınırlı değildi. Kentin elektriği, sağlıklı içme suyu, doğru düzgün bir oteli ve lokantası yoktu. Başkent olmanın gerektirdiği hiçbir yapı bulunmuyordu. Bakanlıklar, sığındıkları birkaç köhne evde, masa ve iskemle yerine malzeme sandıklarıyla döşenmiş odalarda çalışıyorlardı.
Ankara’nın başkent olarak kalacağı konusunda kuşkuları olan eski Ankaralılar sahip oldukları arazileri bir an önce ellerinden çıkarmaya bakıyorlardı. Yıllar boyunca, Ankara imar planlarının uygulanmasının önünde, yönetime en büyük güçlükleri çıkaracak olan yeni Ankaralılar bu fırsatı kaçırmadılar. Bunların bir bölümü yönetime yakın kişiler ya da yöneticiler olan bu kişiler Ankara’nın yeni imar planını ve mimarisini oluşturdular.
Bu spekülasyoncuların bütün engelleme çabalarına karşın, bugünkü Bakanlıklar bölgesi ve 3.000 memur konutu yapılması için bu bölgenin arkasında kalan Saraçoğlu Mahallesi, metrekaresi ortalama bir liradan daha az bir bedelle toplam 118.000 liraya kamulaştırıldı.
Saraçoğlu Mahallesi Türkiye’nin başkenti Ankara’nın Çankaya İlçesi’ne bağlı en merkezi semti Kızılay’ın mahallesidir. Asker ve üst düzey bürokratlar için kurulduğundan dolayı ‘Devlet Mahallesi’ olarak da bilinir.
1940’larda planlanıp hayata geçirilmiş cumhuriyetin ilk toplu konut projesidir. Saraçoğlu Mahallesi’nin temelini 1944 yılında dönemin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu tarafından atılmıştır. Mahalle, 1945 yılında Alman mimar Paul Bonatz tarafından projelendirildi ve Cumhuriyet döneminin üst düzey bürokratlarına lojman olarak yapılan 436 konutluk yerleşim biriminin yapımı 1946 yılında tamamlandı.
Milli Müdafaa Caddesi, Kumrular Sokak, Necatibey Caddesi ve Yahya Galip Caddesi’nin kuşattığı Saraçoğlu Mahallesi, Emlak Bankası tarafından gerçekleştirilen ilk toplu konut uygulamalarından biridir. Alman mimar Paul Bonatz başkanlığında bir grup Türk mimar tarafından gerçekleştirilen mahalle 436 lojman, okullar, sosyal amaçlı binalar, dükkânlar ve oyun sahalarından oluşur.
Bir arkadaşım derdi ki, on yıl Ankara’dan uzak kal, Gökdelenin dibinde üç cigara içimi bekle, mutlaka tanıdığın birileri geçer. Ankara; küçük, samimi ve tanıdıktır.
Bahaneler; eş, iş, güç, yeni bir hayat kurmanın zorluğu, içinde yaşarken herkesin burun kıvırdığı, beğenmediği, biran önce kaçmaya çalıştığı, fakat asla terk edemediği şehirdir, Ankara.
Sakarya Net Piknik’te bira, patates kızartması, kendinle baş başa kalmak istediğinde Dost Kitabevi, Denizatı Pastanesinde kuru üzümlü kek, Botanik Bahçesinde sabah yürüyüşü, Farabi’den, Cinnah’a çıkıştır, Ankara.
Kızılay’da yarım ekmek arası dönerle karnını doyurmak, yenilenmeye ihtiyaç duyduğunda Kızılırmak Sineması, Bahçeli 7. Caddede amaçsızca volta atmak, Yüksel Caddesi’nde yaz serinliğinde akşam vakti dolaşmak, kışın lapa lapa kar altında, soğuk havayı yüzünde hissederek saatlerce gezinmek, Papazın Bağı’nda şarap, makarna, Necatibey’de Hacı Baba’dan baklava, Bulka Pastanesi’nde otururken geçen kızları seyretmek, ellerin cebinde Kolej-Kızılay arasını yürümektir, Ankara.
Şaire göre en iyi kalpli, üvey ana. Güven duygusunun, kalıcı dostlukların, ayrılıkların, kısır döngülerin şehri. Sıcak ve samimi şehir, çocukluğumu, gençliğimi çalan şehir, büyüdüğüm ve daha da büyümek istediğim şehirdir, Ankara.
Saraçoğlu Mahallesi işte tam bu Ankara’nın ortasındadır.
Mahalle, Ebenezer Howard tarafından 1902’de ortaya atılan, iki katlı ve bahçeli evlerden oluşan “Bahçe Kent Mahalle Tasarımı”na sahiptir. Ankara’da özellikle üst düzey memur ailelerinin konut sorununu çözmek için 1939 yılında geliştirilen proje savaş nedeniyle ertelenmiş ve harp sonrası gerçekleştirilebilmiştir. Lojmanların bulunduğu bloklar iki, üç ve dört katlı olarak planlanmıştır. 29 Ekim 1944 yılında yapımına başlanan binalar, İkinci Ulusal Mimarlık Üslubu’nun özelliklerini taşır.
Geleneksel Türk Konut Mimarlığı’nın önemli öğelerinden olan çıkmaların, saçakların ve kafeslerin kullanıldığı dış cepheler gereğinden fazla önemsenmiştir. Ayrıca genel planlama açısından bakıldığında tüm mahallede Jansen’in bahçeli ev anlayışının izleri görülür. Kumrular Sokak’taki sosyal ve kültürel etkinlikler için yapılmış olan bina, belli bir döneme kadar Milli Kütüphane olarak kullanılmıştır.
Alman Goethe Entitüsü’nün internet sitesinde yer alan bilgilere göre Saraçoğlu Mahallesi; Ankara’daki mesken bunalımını önlemek üzere 1944 yılında çıkarılan Memur Mesken Yasası uyarınca başlatılan bu konut grubu, II. Ulusal Mimarlık Akımının başkentteki önemli bir örneğini oluşturmaktadır.
Alman mimar Paul Bonatz, 1920’ler Almanya’sının Siedlung anlayışını getirmeye çalıştığı yerleşmede, konut bloklarının yanısıra çocuk bahçesi, ilk ve ortaokul ve bugün İl Halk Kütüphanesi olarak işlev gören o zamanki sosyal binayı ortak kullanım için tasarlamıştır. Mahallenin yerleşme düzeni yapıldığı yıllarda eleştirilere hedef olmuş, topografyaya uyumun başarılı olduğu, ancak yönlendirmenin iyi olmadığı ifade edilmişti.
Bitişik nizamda, gruplaştırılmış değişik tip ve yükseklikte tasarlanan apartmanlarda iki, üç ve beş odalı, altı tip üzerinde planlanan 642 daire gerçekleştirilmiştir. Konut blokları bodrum üzerine iki, üç ya da dört katlıdırlar. Cephelerinin odalara karşılık gelen kısımları dışa doğru, bazıları balkon olan çıkmalar yaparlar. Konutların dış biçimlenmelerinde 1940’lı yıllarda mimarların ulusal mimarlık arayışları içinde bir öneri çözüm olarak Sedat Hakkı Eldem tarafından ortaya atılan “Türk Evi” temasının yansımaları izlenmektedir.
Geniş saçaklar, cumbaya öykünen destek üzerindeki cephe çıkmaları, pencere modülasyonları, sacdan yapılma kafes biçimli balkon korkulukları geleneksel Türk evinden alıntılardır. Ancak Alman mimar Paul Bonatz Türk evinin plan düzenini bu konutlar için kaynak olarak görmemiş, hem bu nedenle hem mekân organizasyonu açısından ve de yapı ekonomisi ilkelerinin göz önüne alınmaması nedeniyle yapıldıkları yıllarda planları başarısız bulunmuştur.
Benim aile efradında olduğu gibi bırakın başka kentte yaşayanları, birçok Ankara’lı bile bilmez Saraçoğlu Mahallesi’nin yerini. Aslında hergün önünden geçerler, hergün Mahallenin kıyısından dolmuşa binerler, her akşam evlerinin iaşelerini bu mahalleden alırlar, kısacası her gün bu Mahalleyi yaşarlar, ama sorduğunda yerini bilen olmaz.
Saraçoğlu Mahallesi; Ankara’nın en çok bilinen, Kumrular Sokağı’nın üst tarafıdır. Bu mahalle bilinmese de, herkes bilir Kumrular Sokağı’nı. Kızılay’da Güvenpark’tan, Necatibey Caddesi’ne kadar açılan, iki tarafında da devasa çınar ağaçları dizili dar kaldırımlarında yürümesi ayrı bir zevk veren sokak.
Adına şiirler yazılmış güzel Ankara sokakları vardır: Ahmed Arif, Karanfil Sokağı’ndaki bir saksıyı anlatır, Yılmaz Odabaşı ise “söz bitmiştir” der Kumrular Sokağı’nda. Odabaşı söz bitmiştir der ama Kumrular Sokağı’nda başlar, Saraçoğlu Mahallesi’ndeki hayat.
Kumrulardan ayrılırken, telaştan, akıp giden trafikten, insan yoğunluğundan kendinizi soyutlayıp, başınızı yukarı kaldırabilirseniz şayet, o sokağın güzelliğini fark edebilirsiniz. Asırlık çınarlar ve kestane ağaçları sıralanmıştır sokağın iki yanında, bunlar anıt ağaç statüsündeler, çok az kişi bilir bunu sanırım. Güvenpark dolmuş durağının yoğun trafiği bu sokaktan akar, sokağın sağ tarafına dizilmiş olan sıra sıra dönerciler, kozmetik mağazaları, kuruyemişçiler. Sokağa daha bir yoğunluk katar, kaldırım üzerindeki ayakkabı boyacıları, seyyar satıcılar ise yürümenizi biraz güçleştirse de sokağa renk katar.
Bir Pazar sabahı, hafif esintili bir sonbahar gününde geçersiniz Kumrular Sokaktan. Henüz Ankara trafiği başlamamış, egzoz gazlarına boğulmamışken. Şehir merkezinin tam ortasında bir yerde olmasına karşın, şehrin hengâmesini hissetmezsiniz bu sokağa girdiğinizde. Gökyüzünü kaplayan ağaçlar, sanki izole eder şehirden sizi. Ayrı bir huzur verir. Toprak Mahsulleri Ofisi’nin önündeki bahçede koyu ve kıvamlı bir mercimek çorba. Ve çorbanın üstüne içilen demli bir çay ve tüttürülen bir cigaranın yanından gelip geçen yaşamın içindeki bir sürü hayat.
Zıtlıkların sokağıdır; Kumrular. Sokağın bir tarafında korkunç bir koşuşturma, şehrin telaşı, bir yerden bir yere yetişme kaygısı. Öbür kaldırımda sessizlik, sükunet huzur ve Saraçoğlu Mahallesinin sizi saran dinginliği. Kaldırımın bir tarafı tamamıyla işyeri, dükkânlar, satıcıların bağırışları, parlak neon ışıklar. Sokağın öbür kaldırımında sadece Saraçoğlu Mahallesi’nin evlerinde yanan lamba, mutfakta yenilen yemeğin kokusu, akşamüzeri dağılan Namık Kemal İlkokulu’ndan sevinç içinde çocuk sesleri.
Saraçoğlu Mahallesi işte tam bu Ankara’nın ortasındadır.
Mahalle ile ilgili olarak 2013 yılı başında Ankara Ticaret Odası (ATO) Başkanı Salih Bezci, Bakanlar Kurulu’nun “afet riskli alan” ilan etmesiyle Saraçoğlu Lojmanları’nı da içine alan “Namık Kemal Mahallesi’ni Kurtarma Projesi”ni açıkladı.
Ankara Ticaret Odası (ATO) Başkanı Salih Bezci’ye göre bu proje sadece Kızılay’ı kurtarmakla kalmayacak, marka şehir yapmak üzere yola çıktıkları Ankara’ya hayat katacaktı. ATO Başkanı Salih Bezci, Amerika’da Manhattan’ın West Willage denilen yerinde Chelsea adı verilen bir bölgenin bulunduğundan dem vurarak, Chelsea’nin önceleri mezbaha bir yerken yapılan çalışmayla cazibe merkezi haline getirildiğini ifade etti. Saraçoğlu Mahallesi de aynı şekilde, Kumrular Sokak’la birleşik bir projeyle, araç trafiğine kapatılarak bir cazibe üssü yapılabilir ve böylece Saraçoğlu, Ankara’nın cennet bölgesi haline getirilebilirdi.
Ancak, Ankara Ticaret Odası (ATO) Başkanı Salih Bezci’nin söylemlerinde eksik kalan en önemli nokta, Ankara’nın tam ortasında yer alan bu kadar büyük bir arazinin ekonomik değerinin ne olduğuna dairdi. Günümüzde Saraçoğlu Lojmanları’nın bulunduğu alanın değeri milyar dolarla ifade ediliyor. Başkent’in ünlü emlakcılarından Salim Taşçı, Saraçoğlu lojmanlarının bulunduğu bölgenin metrekare birim fiyatının 12 bin 500 dolar ila 15 bin dolar civarında olduğu, mahallenin toplam değerininde yaklaşık 1 milyar dolar olacağını söylüyor. Ayrıca sözlerine bu bölgenin “afet riski altındaki alan” ilan edildiği için lojmanların Çevre Bakanlığı veya TOKİ tarafından yıkılarak, bölgede ciddi rant getirecek yeni bir proje yapılması beklendiğini de ekliyor.
Saraçoğlu Mahallesi; Ankara’nın en çok bilinen caddesi, Necatibey Caddesi’nin sağ tarafındadır. Sıhhıye’den, Ankara’nın simgesi Geyik Heykeli’nden başlar, Bakanlıklardaki Gençlik Caddesi’nin başına kadar devam eder. Ankara’da etrafı ve üstü ağaçlarla kaplı çok fazla cadde ve sokak göremeyeceğimden başkentin en sevilen yerlerinden birisidir.
Necatibey Caddesi’nin girişinden sağlı sollu 10 metrede bir dikilmiş asırlık çınar ağaçları sayesinde her zaman gölge bir caddedir. Caddenin en sağ şeridi belediye tarafından otoparkçılara kiralanmış ve paralı otopark olmuştur. İkinci şeride sürekli arabalar park eder, trafik tıkanır, polis gelir, aslında hiç gitmez, sabahtan akşama kadar megafonla adam azarlayıp siren çalarlar. Hele bir de Atatürk Lisesi dağılıp tüm öğrenciler Caddeye yayıldığında siz o zaman curcunayı bir görün.
Siz bakmayın bu kalabalığına aslında güzeldir, Necatibey Caddesi. Ankara’daki caddelere başka şehirdekiler gibi kimse hakim değil, kimsenin malı değildir. Yazın her ne kadar serin olsa da kışın inanılmaz soğuk bir caddedir. Caddede hayat, sabahın ilk ışıkları ile başlar, akşam saat 9’dan sonra neredeyse tamamen biter. Kumrular sokağında olduğu gibi caddenin sağ tarafı ne kadar cıvıl cıvıl ise, sol tarafı da o kadar sessiz ve sakindir.
Vaktiniz varsa, bir bahar sabahında Necatibey Caddesini boydan boya geçip, Saraçoğlu mahallesine gelin. Sabah saatlerinde kahvaltı yapmadıysanız Meram Pastanesi en güzel mekândır. Eğer daha sade bir kahvaltı istiyorsanız caddenin karşısındaki simitçiden hala fırınlanmış kokusu size kadar ulaşan gevrek simit, üçgen eritme peynir ve demli bir bardak çay ile karnınızı doyurabilirsiniz.
Ankara’da bahar mevsiminin yaşanabileceği en güzel yerlerden biridir Necatibey caddesi. Yılın en sevdiğim zamanında, insanın içi kıpır kıpır olur. Cadde boyu yürürken hayat bulur, “yaşamak güzel şey be kardeşim” dedirtir. Sabahın oldukça erken bir saatinde, asırlık çınarların arasından sızan güneş ışınları insanın yüzüne vurur. Yüzünü belli belirsiz bir gülümseme kaplar, sebepsiz yere her şeyin iyi gideceğine dair bir his oluşur içinde.
Önce İzmir Caddesi’nin önünden geçersin. Gençliğinin geçtiği mekânlar, Caddeyi tamamıyla kapatmış çınar ve atkestaneleri, Ankara’nın merkezinde bir mesire yeriymiş hissi yaratır. Biraz ileride eski Derya Sineması, şimdiki İnşaat Mühendisleri Odası merkezi gelir karşına. İşte tam o esnada bir bahar yağmuru Ankara sokaklarında. Necatibey Caddesini çıkarken insan şaşırır, bahar yağmurlarının ne zaman yağacağı belli olmaz. Aniden ve küçük tanelerle gelir, hafifçe yüzünü göğe çevirirsin, havada güneş varken yağan kararsız yağmurları hissedersin.
Necatibey Caddesinde sen yağmuru yaşarken birden Saraçoğlu Mahallesi’nin lojmanları görünür. İlkokuldan yeni çıkmış öğrenciler sıra sıra dizilmiş servis araçlarına giderken, Caddenin kenarındaki bir lojmanda yaşlı bir kadın çamaşır seriyordur. Lojmanlara gözün takılarak ilerlersin, Gençlik Caddesi’ne vardığında Saraçoğlu Mahallesi kurulduğundan beri var olan Çocuk Bahçesini görürsün. Salıncaklara binen, kaydıraktan kayan ve kum havuzunda oynayan mutlu çocuklar. Köpeğini gezdiren yaşlı bir mahalle sakini ve bahar aylarının gelmesi ile parklarda buluşan üniversiteli çiftler.
Saraçoğlu Mahallesi işte tam bu Ankara’nın ortasındadır.
Saraçoğlu Mahallesi’nde gelinen noktayla ilgili olarak 22 Şubat 2013 tarihinde Mimarlar Odası bir açıklama yaptı. Mimarlar Odası Saraçoğlu Mahallesi’nin yıkılmaması ve dönüşümüne, kentlilerin karar vermesi için katılımcı bir yöntem önerdi. TMMOB Mimarlar Odası, Saraçoğlu için yarışma açacağını duyurarak, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin Saraçoğlu için açacağı Kent Düşleri yarışmasına yeşil ışık yaktı.
Mimarlar Odası daha önce Ulucanlar Cezaevi’nin yıkılması veya ayakkabıcılar çarşısı yapılması tartışmalarına müdahil olarak, Ulucanlar Cezaevi için yarışma düzenlemişti. Yine kent düşleri yarışmasından elde edilen sonuçla Ulucanlar Cezaevi müzeye dönüştürülmüştü. Ulucanlar Cezaevi’nde Adalet Bakanlığı’nın desteğini alan Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Saraçoğlu’nda Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın desteğini alıp alamayacağı merak ediliyor.
Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, açıklama yaparak yarışmaya sıcak baktıklarını söyledi. Bayraktar’ın açıklamasını yeterli bulmayan Mimarlar Odası bir açıklama yaparak; Saraçoğlu Kent Düşleri Fikir Yarışmasına, Bakanlığın destek açıklaması çok önemli bulduğunu ancak yeterli görmediğini ifade etti. Ankara Ticaret Odası’nın konunun tarafı değilken açıklama yapmasının endişe verici olduğu vurgulanarak Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın konuyu soru işaretlerini çözecek şekilde çözmesi gerektiğini ifade etti.
Mimarlar Odası Ankara Şubesi, farklı kurumlarla, STK’larla işbirliği içinde Ankara’ya daha önce açtığı yarışmalarla farklı kamusal alanlar kazandırmayı başarmıştı. Ulucanlar Cezaevi ve Hasanoğlan’da onarımı devam eden müzik okuluyla sinema salonu bunlara örnek verilebilecek alanlar içerisinde yer alıyor.
Mamak Askeri Cezaevi için Kent Düşleri Yarışması’nın yedincisi kısa zaman önce yapılarak Mamak Cezaevi’nin kamusal alana dönüştürülmesi mücadelesini yürüttü. Şimdi tartışmaların odağında duran Saraçoğlu’nun da böyle bir süreçten geçip geçmeyeceği Ankaralılar ve Saraçoğlu sakinleri için bir süre daha soru işareti olarak kalacağa benziyor.
Ankara’da yaşıyorsanız sonbaharda bir Pazar sabahı, Ankara dışından geliyorsanız TMMOB Danışma Kurulu için İMO’ya geçerken bir yarım saatinizi ayırın, Saraçoğlu Mahallesi’nin ara sokaklarında bir tur atın. Kumrulardan girip, önce 93. sokağı sonrada 95. sokağı geçerek Necatibey Caddesi’ne çıkın. Ankara’nın tam ortasındaki sessizliği, sakinliği ve huzuru yaşayın. Yıllar boyu burada yaşamış Ankara’lı memurların mutluluğunu hissedin.
İlk olarak 93. sokağa girerken bu mahallenin önemli bir parçası olan İl Halk Kütüphanesi’ni ve Çankaya Kaymakamlığı’nı görürsünüz. Her iki mekânda da güller yeni budanmış, çevresindeki ayrık otları temizlenmiş, sonbaharın puslu havası ile çimler ve demir parmaklıklarda giderek sararan sarmaşıklar karşılar sizi. Hala hafta içinde bu kütüphaneye gelen ilkokul öğrencileri güllerin içinden geçerek ansiklopedilerine kavuşurlar.
93. sokak boyunca atkestaneleri. Sonbaharla birlikte atkestanelerinin yaprakları sarıdan kahverengine çalar. “Herşeyi süpürebilirsin, sonbaharı süpüremezsin” demiş şair, gerçekten de öyledir; Ankara’da sonbahar. Sabahları işlerine gitmek için dolmuşlardan inen memurlar, Güvenparkta dolmuş kuyruğu, her sabah aynı şekilde yaşanan hep aynı telaş. İşte tam o noktada başlar Saraçoğlu Mahallesi, Ankara’nın tam ortasındaki cennet mekân. Alice harikalar diyarında gibi farklı bir dünya. Bu durumun abartı olmadığını bilirsin. Şehrin trafiğinden kaçıp, şehrin içindeki ormana girersin. Saraçoğlu Mahallesi’nde sonbahar başlar.
Mahallesi’nin sokaklarında sarının, kahverenginin, kırmızının her tonu, çam ağaçları ve atkestaneleri ile donatılmış bir mekân ve bu renklerin birbirlerine geçişini ağaçlarda ve toprakta görürsün. Sokaklarda bu mevsimde hep bir toprak kokusu olur ve bu koku bağımlılık yaratır. Hüzünlü bir Pazar sabahı Mahallede sokakları gezerken pakette son kalmış cigarayı da çıkarırsın. Giderek zorlaşan hayat şartları, büyüyen çocukların ve onlarla büyüyen dertleri, kredi kartı borçları. Dertli, dertli cigaraya sarılırsın, tüm ciğerlerini sonbahar kaplar…
Saraçoğlu Mahallesi’nin dar sokaklarını gezerken hafif bir rüzgâr eser, ağaçların yaprakları sarı ve kırmızının her tonuna bürünür. Sabahleyin yeni uyanmış semt sakinleri ev hallerinde sokaktan geçenken seni süzerler. Meraklı bakışların altında yürümeye devam edersin, içinde değişik duygular, merak, heyecan, mutluluk, umut.
Sokakları geçerken hafif bir yağmur çiselemeye başlar. Hafifçe ıslanmaya başlarsın. Atkestanelerinin yapraklarına bastıkça çıkan sesler, sarı, kahverengi yaprakların arasından binaları saran sarmaşıklar. Lojmanların arasındaki merdivenlerin başında oyun oynayan çocuklar. Hemen karşındaki lojmanın sokak kapısı açılır, kızıl saçlı genç bir kadın, kahvaltı için ekmek ve gazete almak için sokağa çıkar. Yaprakları sararmış çınar ağacının altından geçerek sana doğru gelir. Mevsim ile uyumlu dolgun saçları ve elbisesi ile geçer gider önünden, Ankara’da sonbahar.
2013 yılında ülkemizdeki iki büyük kentimizin tam ortasında, kentlerin tam merkezinde iki önemli yeşil alan sorunu yaşandı. İstanbul Taksim’de Gezi Parkı sorunu ve Ankara Kızılay’da Saraçoğlu Mahallesi sorunu.
Saraçoğlu Mahallesi’ne konumu ve kaderi itibariyle Gezi Parkı’nın Ankara’daki eşdeğeri desek yeridir. Gezi Parkı eylemi sayesinde ülke genelinde çevre duyarlılığı artmışken, bu güzide mahallenin başına örülmek istenen çoraplardan bahsetmemek olmazdı.
Barındırdığı binlerce ağaç ve düzgün mimarisi ile şehrin tam ortasındaki beton çölünde bir vahaya benzeyen bu tarihi mahalle, ülkeyi yönetenlerin yegâne gelir kapısı olan arazi rantına kurban edilmek üzere.
Çeşitli bakanlıklar başta olmak üzere birçok kamu kuruluşunun lojmanlarının bulunduğu binlerce ağaç içeren mahalle, “afet riski taşıdığı” iddiasıyla sit alanı özelliğini kaybetti ve “restore edilmesi için” Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na devredildi.
Sığınak olabilecek kadar sağlam, kalın duvarlı, 2-3 katlı taş binaların depreme dayanıksız oldukları iddia edilerek güvenlik bahanesiyle yıkılması planlanıyor. Rantı muhteşem olan bu arazideki binalar ve ağaçlar kesildikten sonra yerlerine ne dikileceğini hayal etmek zor değil.
Tamamı lojman olarak kullanıldığı için, Ankara’lı aşıklar dışında kamuya pek açık değil. Bu sebeple Gezi Parkı kadar sahiplenilmiyor. Ankara’da deniz olmadığı gerçeği ve Kızılay’a oksijen sağlayan tek yer olması yüzünden, Saraçoğlu Mahallesi’ndeki ağaçlar da en az Gezi Parkı’ndakiler kadar kıymetli ve bir o kadar ilgiyi hak ediyor.
Nadir AVŞAROĞLU
Maden Mühendisi