Herhalde pek az sayıdaki buluş, insanoğlunun kaderini demiryolları kadar etkilemiş olmalıdır. Gerçekten de demiryolları, toplumların ekonomik, politik, sosyal ve düşünsel yapılarını köklü değişimlere uğratmıştır. 19. yüzyılın ekonomik tarihi büyük ölçüde İngiliz endüstri devrimi, siyaset ve ideolojisi ise, Fransız devrimi tarafından belirlenmiştir.
Bu sürecin önemli dinamiklerinden biri, demiryolları sayesinde ulaşım olanaklarında görülen çok büyük gelişmelerdir. Demiryolları bir yandan kırsal alanları meta üretimi sürecine sokarken, diğer yandan endüstrinin gereksindiği iş gücü, hammadde ve Pazar sorunlarının çözümüne de büyük katkı sağlamıştır. Buharlı makinelerle üretilen sanayi ürünleri, yine buhar gücüyle çalışan lokomotiflerle uzak pazarlara süratle gönderiliyor, hammaddeler de endüstri merkezlerine ulaştırılmaktaydı.
Cumhuriyetin ilk yıllarında Ulusal Bağımsızlık Savaşından yeni çıkmış bir ulus silkinip kendisini bulma çabasındadır. Bu çabada önemli kavramlardan biri de tüm yurdun baştan başa demir ağlarla örülmesidir. Bu çaba Cumhuriyetin 10. yıl marşında ifadesini bulur. Ülke demir ağlarla baştan başa örülmüş ve bu çabanın en önemli mimarlarından biri de Behiç Bey (Erkin) dir . Eskişehir’den Ankara’ya trenle gidenlerin, Ankara’ya yaklaşırken gördükleri o şirin, küçük istasyona, Behiç Bey İstasyonu’na adını veren kişidir.
Behiç Erkin 1876 yılında İstanbul’da doğmuştur. Babası Cemil Bey’dir. O zaman ki adıyla Behiç Bey, asker ve devlet geleneğinin içinden gelmektedir. Büyük babası Müşir (Mareşal) Ömer Fevzi Paşa, önce paşalığa, sonra valiliğe ardından da İçişleri Bakanlığı’na yükselmiştir. Son olarak da Osmanlı Ordu Komutanlığı görevini yürütmüştür. Behiç Bey de dedesi gibi askerliği meslek olarak seçmiştir. Harp Okulu’na giden Behiç Bey, 1898 yılında piyade teğmen olarak mezun oldu ve kurmay sınıfına ayrıldı. 1899’da kurmay üsteğmen ve 1901 yılında kurmay yüzbaşı olmuştur. Ancak Behiç Erkin’in kişiliği pek çok subaydan farklıdır. Karşısındaki kişinin makamı ve rütbesi ne olursa olsun, fikirlerini hiç çekinmeden söyleyebilmektedir.
Pek çok görevden sonra yolu Selanik’e düşmüş ve burada yıllarca sürecek bir dostluğun temelleri atılmıştır. 1907 yılında Şam’dan, Selanik’e tayin olan Mustafa Kemal ile tanışmış ve onun komutanlığını yapmıştır. İlerleyen yıllarda aralarındaki dostluk o kadar güçlenmiştir ki, bu durumu tarihçi Cemal Kutay; “Mustafa Kemal’in fikir danıştığı tek adam” diyerek anlatmaktadır. (Bu dostlukları, daha sonra ev arkadaşlığına da dönüşüyor. 31 Mart Vakası’nda İstanbul’a gelen ve isyanı bastıran ekipteki komutanlar Mustafa Kemal ve Behiç Erkin, Beyoğlu’nda Lebon Pastanesi’nin karşı sokağında ev kiralayıp, bir süre birlikte oturuyorlar.) Mustafa Kemal, Derne’ye tayin edilince birliktelikleri sekteye uğrasa da mektuplaşmayı sürmüştür.
Behiç Bey 1912 ile 1918 arasında demiryolu komiseri olduğu için Osmanlı’nın müttefiki Almanlardan üç kez madalya almıştır. İlki Demir Haç madalyasının ikinci rütbesi; ikincisi Bavyera madalyası, üçüncüsü ise birinci rütbeden yine Demir Haç madalyası’dır. Bu madalyanın Hitler ve Himmler gibi üst düzey askerlerde olduğu düşünülürse, önemi daha rahat kavranabilir.
Bu arada Sevr Anlaşması’nın verdiği cesaretle itilaf devletleri Anadolu’yu işgale başlamıştı. Mustafa Kemal ve arkadaşları Anadolu’ya geçip vatan savunması için yeni bir oluşum yarattıkları sırada, Behiç Bey de bu ekibe katılmak için gayret sarf etmiş, ancak geçirdiği ağır hastalık buna duruma imkân vermemiştir. Bu zor durum dahi Behiç Bey’i yıldırmamış, Mustafa Kemal’in gönderdiği temiz subaylar listesi ile gerekli mühimmatın Anadolu’ya kaçırılmasını organize etmiş, daha sonra kendisi de Ankara’ya gidip silah arkadaşlarına katılmıştır.
Selanik’te bulunduğu sırada demiryolları komiserliği yaptığı için, Mustafa Kemal kendisinden yine aynı görevi yürütmesini rica etti. Behiç Bey “Ancak bir şartla kabul ederim. Bir kişi bile işime karışırsa istifa ederim” diyor. Mustafa Kemal’in yanıtı ise çok net, “Ben garanti ediyorum, hiç kimse işinize karışmayacak…”
Düşmana vurulacak son darbe için Büyük Taarruzun başlanması kararı alınmıştır. Doğal olarak da cepheye çok hızlı bir şekilde asker yetiştirilmesi gerekmektedir. O zaman lokomotifler kömürle çalışmaktadır. Ankara’nın gönderdiği kömür parasına bir vali “Benim zaten alacağım vardı” deyip el koymuş, Fransız bandıralı bir gemiyle Zonguldak’tan gelen kömür, İngilizler tarafından yakalamış ve İstanbul’da halka satılmıştır. İtalyan bandıralı bir başka gemi ise Yunanlar tarafından yakalanıp kömürler Pire Limanı’nda bedava dağıtılmıştır. Bütün umutların tükenmeye başladığı sırada 17 Ağustos 1922’de Mustafa Kemal soluğu Konya’da Behiç Bey’in yanında almıştır. Tam o sırada bir haber umutların yeniden yeşermesini sağlamıştır. Habere göre Adana’lı tüccar Ahmet Rasim Bey’in elinde kömür vardır. Vardır da, askerde para yoktur. Behiç Bey Adana’ya doğru yola çıkar, tüccarı görüp “Verecek para yok. Ancak bu kömüre ihtiyacımız var. Senet olarak imzamı versem?” deyince Ahmet Rasim ikiletmeden teklifi kabul etmiştir.
15 Haziran 1922 tarihinde Azarıköy dekovil hattının açılış töreni. Soldan sağa; Demiryolları Genel Müdürü Kur. Albay Behiç (Erkin) Bey,Albay Asım (Gündüz) Bey, Kâzım (Özalp) Paşa, İsmet (İnönü) Paşa ve Fahrettin (Altay) Paşa.
Bu arada Yunanlılar tüm demiryollarını tahrip etmiştir. Behiç Bey bu durumu daha önceden ön görerek çoktan hazırlık yapmış, onarım için gereken malzemeyi İstanbul’dan gelen trenlere yükletmiştir. Bu durumu bir tek Mustafa Kemal bilmektedir. Bu stratejik manevra sayesinde Yunalıların üç aydan önce yapılamayacağını düşündükleri köprü birkaç günde tamir edilmiş ve Büyük Taarruz başlatılabilmiştir.
Ordu İzmir’e doğru ilerlerken, ikmal trenlerinin gecikmesi, kesin zaferi etkileyebilirdi. Genelkurmay’dan Genel Müdür Behiç (Erkin) Bey’e gönderilen telgrafta, hattın mümkün olan süratle onarılmasının ordunun başarısını çabuklaştıracağı bildirilmiştir. Genel Müdür Behiç Bey, herkesi seferber etmiş, hattın Afyon’dan Eskişehir yönüne doğru uzanan Gazlıgöl ve Hamam bölümündeki traversler, sökülerek İzmir yönüne nakledilmiştir. Düşmanın tahrip ettiği raylar da kesilerek, eklemeli olarak kullanışlı hale getirilmiştir. Çevredeki köylülerin de yardımıyla, üç yerden onarıma başlanmış, onarım çalışmaları gece gündüz 20 saat sürmüş ve çalışanlar 4 saatlik bir uyku ile yetinmeye çalışmışlardır. Genelkurmay’dan her gün “son durum” sorulduğu sırada Behiç Bey, hattın en geç 9 gün içinde açılacağına söz vermiş ve bu sözünü de zamana karşı yarışarak tutmuştur.
Hattın açılmasıyla birlikte, kimilerinin gövdesinde kurşun izleri bulunan lokomotiflerin çektiği trenler, ordunun ardından İzmir’e doğru akmaya başlamıştır. Behiç Bey, sonraları bu onarımın taşıdığı önemi şöyle anlatacaktır:
“Tahrip edilmiş rayları kesmek ve tekrar takmak suretiyle Çobanlar-Afyon Karahisar arasındaki 20 kilometrelik yol 9 günde tamir edilmişti ki, vesaiti mükemmel memleketlerde bile, bundan fazlasının yapılması mümkün değildir. Bu sayede, Harekâtı Harbiye’nin 10’uncu günü, katarlar Çobanlar’dan itibaren 120 kilometre ileride, İslamköyü (Banaz) civarına kadar işleyerek ordunun erzak ve cephanesini yetiştirmiştir.” 7 Eylül 1922 sabahı, lokomotifi bayraklarla süslü ilk tren, düdüğünü öttürerek Afyon’a girmiş, uzun uzun çalan düdükler demiryolcuların zaferini herkese duyurmuştur.
Anadolu topraklarındaki ilk demiryolu girişiminin 150 yılı çoktan devirdiği günümüzde hâlâ ayrıntılı bir demiryolları tarihi yazılmadığı gibi, Kurtuluş Savaşı’na katılan tevazulu demiryolcular da bilinmemektedir. Bu demiryolcular arasında, silaha sarılıp düşmana karşı koyanlar olduğu gibi, kurşun yağmuru altında, hattı kesen düşman süvarilerinin ya da Ankara Hükümeti karşıtı isyancıların üzerine, lokomotifini sürenler de bulunmaktadır. Yine bu isimsiz kahramanlar arasında, düşman uçaklarının bombardımanından trenini kurtarmak için hayatını ortaya koyanlar da olmuştur. Düşmanın tahrip ettiği ve “20 günde onarılamaz” denilen demiryolunu, İlk Genel Müdür Behiç Bey ve köylülerle birlikte 9 günde onarıp hizmete sokarak, İzmir’e ilerleyen ordunun cephane ve malzeme ihtiyacını karşılayan da yine onlardır.
Bu yıllarda, Yunanlılar geri çekilirken tahrip ettikleri ve orduya çok gerekli olan Polatlı-Eskişehir demiryolu hattının en kısa zamanda onarılması emrini Demiryolları Genel Müdürü Albay Behiç Erkin’e veren Mustafa Kemal, devamla “Nereden işçi bulacaksın ? O çevrede bütün erkekler silâh altında” deyince Genel Müdürden “Kadınlarımız sağ olsun paşam” yanıtını alır. Bu hattın en kısa zamanda kadınlar tarafından onarıldığı resmi kayıtlarda görülmektedir.
Eskişehir Cer Atölyeleri temel atma töreni. Soldan ikinci kişi, Devlet Demiryolları Genel Müdürü Behiç Erkin.
Herkesin hatırladığı gibi ülkemizde yaşanan hızlandırılmış tren kazası/cinayeti sonrasında İstanbul-Ankara demiryolu uzun süre ulaşıma açılamamıştı. Bu kazada demiryolunun en çok 500 metrelik bir bölümü hasar görmüştü. Dünyanın hangi ülkesinde böyle bir komedi-rezalet yaşanabilir bilemiyorum. Ancak bu konuyu araştırırken rastladığım; Ümit Sarıaslan’ın “Demir Ağlardan Örümcek Ağlarına” (Otopsi Yayınları) adlı eserinin 114. sayfasında anlatılan aşağıdaki olay, ülkemizdeki demiryollarını anlatması açısından oldukça ilginç.
“Şubat 1921. Savaştayız. Elimizde yaklaşık 500 kilometrelik bir demiryolu hattı var. Hiçbir yerde kömür olmadığı için külüstür lokomotifler odunla çalışıyor, en fazla 40 kilometre hız yapabiliyor.
Mustafa Kemal Paşa, demiryollarımızın ilk kurucusu ve sonraki yıllarda genel müdürü olan Behiç (Erkin) Bey’e acele bir telgraf çekiyor, cepheye asker taşıyan trenin ‘en son hızla’ gitmesini istiyor.
Behiç Bey bu isteği yerine getirmiyor. Verdiği yanıt şöyle: “Hat (demiryolu) daha hızlı gitmeye uygun değildir. Katar gidebildiğinden daha hızlı yürütüldüğü takdirde raydan çıkabilir.”
1921 yılında Mustafa Kemal Paşa’ya demiryolcular bu yanıtı verebilmektedir. O günlerin savaş koşullarında bile, bilime, tekniğe ve insan hayatına önem veren, sorumluluk bilinci taşıyan onurlu demiryolcular bulunmaktadır.
Mustafa Kemal, Sakarya Savaşı’ndan altı ay önce karayollarının tespitini yaptırmış, yolların iyileştirilmesi ve Anadolu’yu liman şehirlerine bağlamak için çalışmalar başlatmıştır. İlk yol ıslah çalışmaları ile köprü, tamir ve yapımına Kurtuluş Savaşı içinde başlanmıştır. 1926 yılına dek, büyük çaba harcanarak 27.850 km. yol onarılmış, toprak tesviyesi ve stabilize serimi yapılmıştır.
Cumhuriyet’in ilanından 1932’ye dek, 1.701 kilometre yeni karayolu yapılmış, 3.804 kilometre yol “esaslı biçimde” elden geçirilmiştir. 43’ü büyük olmak üzere birçok köprü, çok sayıda sulama kanalı, su bendi, ırmak ve çay yatağı iyileştirmesi, bataklık kurutma uygulamaları yapılmıştır. Bu işler için, devlet bütçesi’nin ortalama 200 milyon lira olduğu 1926-1931 arasında, 50 milyon liralık harcama yapılmıştır. Bayındırlık Bakanlığı, Bütçe’den Savunmadan sonra en büyük payı almaktadır.
Demiryollarının ülke içi dağılımı, yapanların gereksinimine yanıt verecek biçimde ve sömürgeci anlayışa uygun olarak düzenlenmişti. Türkiye’nin iç ulaşımına yanıt verecek durumda değildi ve dengesiz bir dağılımı vardı. Almanların yaptığı Bağdat Demiryolu, Haydarpaşa’dan Gaziantep’e ulaşıyor, sınırı takip ederek, Nusaybin’den Bağdat’a geliyordu. Parasını Osmanlıların ödemesine karşın, Almanların Ortadoğu’ya ulaşması için yapılmıştı. İzmir-Aydın, İzmir-Turgutlu-Afyon ve İzmir-Manisa-Bandırma hatlarını yapan İngilizler; dışalım ve dışsatım merkezi olarak kullandıkları ve ticaretini tümüyle ellerinde bulundurdukları İzmir’i, çevresindeki bereketli topraklara ve maden bölgelerine bağlamışlardı. Anadolu’nun içine giren tek demiryolu, Ankara’ya kadar geliyordu. Ülkenin doğusuyla batısı, kuzeyiyle güneyi, birbirlerine bağlı değildi.
Osmanlı’dan devralınan 4.083 km’lik demiryolunun bakıma gereksinimi vardı. Demiryolu köprülerinin çoğu, Kurtuluş Savaşı sırasında ahşapla onarılmıştı. Demiryolu işletmeciliği tümüyle yabancıların elindeydi. Bu alanda, yetişmiş yerli teknik kadro yoktu. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra ülkeyi terk eden teknik kadronun yerine, çok kısa zamanda yerli teknisyenler ve işletme uzmanları yetiştirildi. Demiryolu işletmeciliğinin kurulması ve ulusallaştırılmasında elde ettiği başarılarla Behiç Erkin simge bir isim oldu.
Savaş sona erip de, genç Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra Mustafa Kemal pek çok yeniliğe imza atıyor. Bunların içinde soyadı kanunu da var. Kendisine Meclis tarafından Atatürk soyadı verilmesinin ardından, Mustafa Kemal’de yakın çevresindeki 37 kişiye yazılı olarak soyadı veriyor. Listenin dokuzuncu sırasındaki isim ise Behiç Bey. Behiç Erkin genç Türkiye Cumhuriyeti’nde ilk Demiryolları Genel Müdürü olarak görevlendiriliyor. Sonrasında İstanbul milletvekili olup Bayındırlık Bakanı olarak kabinede yerini alıyor. Bakanlığı sırasında yaptığı en önemli işlerden biri de o zamanki adı Mühendis Mekteb-i Alisi, bugün ki İstanbul Teknik Üniversitesi’nin özerkleşmesi kararını vermesidir. “Bilim her türlü etkiden uzak olmalıdır” diyen Behiç Erkin, Teknik Üniversite’nin derslerini Türkçeleştiriyor. Taşkışla arazisini de okula bağışlıyor. Ayrıca Milli İstihbarat Teşkilatı’nın kurulması fikrini Mustafa Kemal’e vererek, MİT’in kuruluş kararnamesinin altına da imza atıyor.
Bakanlığı sırasında pek çok önemli adım atan Erkin, fikir ayrılığı nedeni ile bakanlıktan istifa ederek, Atatürk’e büyükelçi olarak görev almak istediğini söylemiş ve Budapeşte’ye atanmıştır. 11 yıl orada hizmet ettikten sonra, İsmet İnönü’nün ricasıyla Paris Büyükelçisi olarak görevlendirilmiştir.
Erkin’in Paris’te göreve başladığı tarih, kurtardığı insanların kaderini belirleyecektir. Göreve başladığı tarih 31 Ağustos 1939’dur. Ertesi gün, 1 Eylül’de Hitler’in Almanya’sı Polonya’ya girerek II. Paylaşım Savaşı’nı başlatır. Haziran 1940’ta Alman orduları artık Paris’tedir, işgalle birlikte işbirlikçi Fransa hükümet ile Almanya, özellikle Yahudilere karşı farklı bir tutum izlemeye başlarlar. O sırada, yıllar önce Türkiye’den Fransa’ya gelmiş, ama vatandaşlık haklarını kaybetmiş veya hala Türk vatandaşı olan pek çok Yahudi vardır.
Behiç Erkin “Bizim ülkemizde din, dil, ırk ayrımı yoktur. O vatandaşların hepsi Türk’tür. Türk vatandaşlarına dokunamazsınız” diyerek Yahudilere yönelik uygulamalara karşı çıkmıştır. Almanlar ve Fransızlarla yazışmalar sürerken, Paris Büyükelçiliği’ne bağlı konsolosluklardan haber gelir. “Birçok Yahudi başvuruyor, ancak çoğunun belgesi yok. Ne yapalım.” Behiç Erkin’in verdiği emir şu şekildedir; “Altı kelime ezberlesinler kafidir. Ben Türk’üm. Akrabalarım Türk toprağında yaşıyor. Bunu ezberleyen herkese
vatandaşlık vesikası ve formu verin.” Bu arada Almanlar Paris’te yaşayan Yahudilerin evlerine sarı yıldız yapıştırmaya başlamıştır. Behiç Erkin, ekibine ve ona bağlı konsolosluklara emir verir. “Derhal Türk Yahudilerin kapılarına “Türk Vatandaştır” diye bir kağıt yapıştırın.” Bunun üzerine bütün Türk Yahudilerinin kapılarına ay-yıldızlı vatandaşlık ilmuhaberi yapıştırılır. Böylece Behiç Erkin’in üçüncü savaşı başlamış olur. Ancak bu kez savaş siyasi manevralarla sürmektedir. Paris’in düşmesinden kısa süre sonra Fransız Hükümeti Vichy’ye taşınır.
Almanların baskısıyla yeni bir kanun çıkartan Fransa, en sonunda Yahudilerin işyerlerine el konulması kararını verir. Uygulama başlayınca Behiç Erkin hemen Fransa Hükümeti ile bağlantıya geçer ve “Türk Yahudilerinin el koyamazsınız” der. Fransa Hükümeti ise “Bu işyerleri Fransa sınırları içindedir, bu duruma karışamazsınız” deyince, Behiç Erkin kapitülasyonlara sığınır. Kapitülasyonlar karşılıklı feshedilmediği için hala yürürlüktedir. Yürürlükte olan bu kapitülasyonlara göre; Fransa sınırları içindeki hiçbir Türk vatandaşının mallarına el koyulamaz ve millileştirilemez. Bu anlaşma bizim için de geçerlidir. Dolayısıyla Fransa’da yaşayan Türk vatandaşlarının mallarına el konulmaması gerektiği Fransa Hükümeti’ne hatırlatılır. Fransız Hükümeti de yediği bu siyasi gol karşısında sesini çıkaramaz.
Fransa Hükümetinin işyerleri konusundaki kararsızlığı, Behiç Erkin’in aklına başka bir fikir getirir. Büyükelçilik personeline ve bağlı konsolosluklara emir verir. On yıldan daha fazla Fransa’da, son beş yıldır aynı adreste yaşayan evli, çocuk sahibi, düzenli olarak konsolosluğa gelip kaydını tazeleyen vatandaşlarımızı toplantıya çağrılmasını ister. Toplantıda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına “Beni hepiniz tanıyorsunuz, sizden bir ricam var. Elinizi vicdanınıza koyacaksınız. Kabul etmeyebilirsiniz de. Çünkü bu söyleyeceğim çok büyük bir mesuliyettir. Fransa Hükümeti, vatandaşımız olan ama bizim dinimizden olmayan vatandaşlarımıza karşı bir kampanya başlattı. Ben bu insanların canını kurtarmak için elimden gelen her şeyi yapıyorum. Ama mallarıyla ilgili de sizden yardım istiyorum. Bütün mallarını sizin üzerinize geçirecekler. Savaş bir gün bitecek, siz de o malları gerçek sahiplerine teslim edeceksiniz.” Toplantıda bulunan insanlardan bir kısmı bu görevi kabul eder. Kabul edenler hemen uygulamayı hayata geçirir ve Yahudilerin malları güvence altına alınır.
Tüm direnişe rağmen Fransa ve Almanya’nın talepleri gün geçtikce artar. Hatta çabalara rağmen bazı Türk vatandaşı olan Yahudiler de toplama kamplarına götürülür. Diplomatik çabalarla bu Yahudiler kamplardan çıkartılır. Artık başka bir şey yapmak gerekmektedir ve Behiç Erkin yeni bir fikirle Fransa hükümetinin kapısını çalar. “Fransa’da kalmak istemeyen Türk vatandaşlarını bir trenle Türkiye’ye göndermek istiyorum. “Fransa hükümetinden gelen yanıtsa nettir: “Bu imkansız”. İmkansız lafı Behiç Erkin’e söylenebilecek en son cümle olduğu için karşılığı nota olarak verilir. Nota karşısında çaresiz kalan Fransız’lar “Biz izin versek bile tren Alman topraklardan geçecek. Almanları ikna etmeniz gereKiyor” diyerek işin içinden sıyrılmaya çalışır. Behiç Erkin bu kez Vichy’deki SS subaylarının en yüksek rütbeli askerine gider ve fikrini açıklar. Alman Subayından asla izin vermeyecekleri yanıtını alınca “Biz Birinci Dünya Savaşı’nda sizinle müttefiktik. Siz savaşı kaybettiniz. Ama kaderin cilvesine bakınız ki, biz kendi topraklarımızda verdiğimiz savaşı kazandık. Savaşın kazananı olduğumuz halde, siz kaybettiğiniz için kaybedenler masasına oturduk. Şu anda, karşınızda hem geçmiş savaştaki müttefikimiz, hem de Alman Hükümetinin birinci dereceden Demir Haç madalyasıyla onurlandırdığı kişi olarak konuşuyorum. Bu emri vereceksiniz ve vatandaşlarımız Türkiye’ye gönderilecekler.” SS generali “Tek bir şartla izin veririm. Belli bir zamana kadar gitmeleri gerekir.” der. Sonuçta 1940 ile 1943 arasında, içinde toplam 9.800 kişi olan dört tren, Yahudileri yaşama taşır. Üzerine filmler yapılan Oscar Schindler’in 1.100 kişiyi kurtardığı düşünülürse, herhalde Behiç Erkin’in neler başardığı daha iyi anlaşılabilir.
Nazi işgali altındaki Fransa’da tüm Yahudiler toplama kampına alındığı günlerde (hiçbir ülke büyükelçisinin yapmadığı şekilde) Fransa’daki Türk Yahudilerine bu işlemi kimsenin uygulayamayacağını dile getirip, 20.000’in üzerindeki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Yahudiye pasaport verilerek hayatları kurtarılmıştır. Ayrıca pek çok Yahudi, “Bu ev/işyeri bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşına aittir” şeklinde belge hazırlatarak toplama kamplarına gitmekten kurtulmuş, gönderilenler ise bir süre sonra tek tek bu kamplardan geri alınmıştır. 1936 yılının Fransa Başbakanı bile toplama kampına alınan oğlu için Behiç Bey’e başvurmak zorunda kalmıştır.
Albay rütbesiyle emekli olan Behiç Erkin ömrü boyunca günlük not tutmuştur. Behiç Erkin bu notları ölümünden üç yıl önce, 1958’de Türk Tarih Kurumu’na vermiş ve bir tek koşul öne sürmüştür. Bu anılar ölümünden bir yıl sonra yayınlanacaktır. Ayrıca anıların yayınlanma masrafı için aynı kuruma o günün parasıyla 10 bin lira bağış da yapmıştır.
Ancak uzun yıllar geçmesine rağmen bu hatıralar bir türlü basılmamıştır. Torunu tarafından peşine düşülen bu hatıralar Türk Tarih Kurumu’nun fare pisliği ile dolu, toz toprak içerisinde kalmış, çuvallara konulmuş, rutubetli arşivlerinde uzun süre aranmış ancak bulunamamıştır. Sonunda emekli olmuş bazı uzmanlar devreye girmiş ve anılar Türk Tarih Kurumu yayınevinin bodrum katında, bir demir dolabın arkasında bulunmuş ve yine torunu tarafından bir kitap çalışması ile yayınlanmıştır.
Behiç Erkin; Çanakkale Savaşı’nın ve Kurtuluş Savaşı’nın lojistiğini başarıyla gerçekleştiren, “demiryollarını hiç bir Türk işletemez” diyen yabancılara ve Kurtuluş Savaşı’ndan sonra demiryollarını yabancı işletmelere geri vermek isteyenlere karşın millileştirilmelerini sağlayan, İstanbul Teknik Üniversitesi’ni (İTÜ) özerkleştirerek ve derslerini Türkçeleştirerek bir ilke imza atan, ayrıca Türkiye’de ilk kamu müzesini ve ilk demiryolları okulunu kuran, Milli İstihbarat Teşkilatı’nın da fikir babasıdır.
Behiç Erkin, ikinci, üçüncü ve yedinci dönemlerde milletvekilliği yapmış, üçüncü ve dördüncü hükümetlerde İsmet İnönü’nün başbakanlığında Nafia (Bayındırlık) Bakanlığı yapmıştır. Budapeşte ve Paris büyükelçiliği görevlerinde de bulunan Behiç Erkin’in sahip olduğu madalyalar:
– İstiklal Madalyası: 24.05.1926
– 3. derece Demir Haç madalyası: Alman mareşal Von der Goltz tarafından 13.08.1915’te verildi.
– 3. derece Bavyera Liyakatı Askeri Nişanı: 23.11.1916
– 2. derece Kılıçlı Kordon Deprus: 16.10.1917
– 2. derece Demir Haç madalyası: 1.12.1917
– 1. derece Demir Haç madalyası: Alman mareşal Liman von Sanders tarafından 11 Nisan 1918’de verildi.
– 1. derece Legion D’Honneur
Eskişehir’de bir mezar vardır. Bu yalnız bir mezardır. Ertuğrulgazi Mahallesi’nin yanı başındaki Enveriye İstasyonu’nun arkasında kavak ve çam ağaçları arasında yer alır. Civarda çalışanlara sorarsanız çok farklı öyküler anlatırlar bu mezar için. Kimi sevdiği kıza kavuşamadığı için kendini trenin altına atan bir âşıktan söz eder. Kimi de o geniş araziyi Demiryollarına bağışlayan bir hayırseverden söz eder.
Bu yalnız mezar, Türkiye Cumhuriyeti Demiryollarının ilk genel müdürü ve Kurtuluş Savaşı kahramanlarından Behiç Erkin’in mezarıdır. İsteği üzerine iki demiryolu hattı arasına gömülmüştür. Mezarının mermeri düşmüş, biraz bakımsız da kalmış olsa, her an yanı başından geçen trenleri dinleyerek son uykusunda mutludur Behiç Erkin.
Nadir AVŞAROĞLU
Maden Mühendisi
Not: Bu yazı ağırlıklı olarak, Arzu Erdoğan tarafından kaleme alınan ve 10 Ağustos 2006 tarihli Tempo Dergisi’nde yayınlanan araştırmadan ve Mayıs 2002 tarih ve 84 sayılı Eskişehir Ticaret Odası yayını ETO dergisinde yayınlanan çeşitli makalelelerden yararlanılarak hazırlanmıştır.