Fransızca kökenli bir kelimedir, şantiye (chantier). Dil Kurumu’nun sözlüğüne göre; “inşa halindeki ev, fabrika, baraj gibi her türlü yapı” olarak tarif edilmiş. Yoğun bir hayatın aktığı yerdir, şantiye. Bir sürü hayata tanıklık edersiniz. Birçok kişiyi tanıma, birçok maceraya ortak olma, birçok anıyı birlikte yaşama olanağı bulursun şantiyede. Kimisi ömrünü adar, hayatı ve anlatacakları şantiye kadardır. Kimisi 3-5 kuruşu denkleştirmek için oradadır. Kimisi hayatın sıkıntılarından kaçmak için sığınmıştır. Ancak ortak kanı, herkesin ekmeğinin peşinde olduğudur.
Nerede ise tüm mühendislik ve mimarlık branşlarının ortak çalışma alanıdır, şantiye. Tersaneler, maden işletmeleri, binalar, barajlar, fabrikalar, köprü inşaatları, kısacası bir mühendislik hizmeti verilecek her türlü yapı sektörünün öncesinde irili, ufaklı mutlaka bir şantiye bulunur. Bütün şantiyelerdeki temel prensip az adamla, az zamanda çok iş kotarmaktır. Bütün işler acildir, bütün işler önceliklidir. Toz, toprak, çamur, muhtelif renklerde baret, devamlı ses çıkaran telsizler, bol miktarda karmaşa, çeşitli ebatlarda, içi muhtelif niteliklerde malzemelerle yüklü kamyonun yüksek streste harmanlanmasıyla oluşan bir garip dünya.
Ama kitaplar öyle yazmaz. Bu kitaplara göre, şantiye ikinci bir öğrenim alanıdır. Genç ve deneyimsiz mühendisler iyi bir şantiyede, saha, proje, metraj, kesin hesap ve hak ediş konularında her türlü bilgiyi öğrenirler. Yine bu kitaplara göre; sahayı ve şantiyeyi tanımadan bir masa başı göreve gelmek, proje çizmek doğru da değildir. Çünkü demiri, profili, kalıbı tanımadan mühendis olunmaz. Kısaca mühendis olunabilmek için, okulda iken farkında olmadığınız başka bir dünyayı tanımak için ve piyasayı, terminolojiyi öğrenmek ve tez vakitte olgunlaşmak için mükemmel bir ortam olduğu yazar kitaplarda.
Bana göre durum farklıdır. Hem de çok farklı. Şantiye; mühendislik biliminin en ağır çalışma ortamına sahip alandır. Şantiyede çalışan adamın bayramı, gecesi gündüzü, hafta sonu olmaz, karı kışı, yağmuru çamuru, tozu toprağı olur. Yeri gelir şehir şehir gezersiniz. Ailenizle, sevdiklerinizle bir pazar oturup beraber kahvaltı edemezsiniz. İşler her zaman yoğundur, fazladır, deli gibi çalışırsın. Dışarıdan bakan biri ise seni bey gibi yaşar görür.
Şantiyede hiç akıllı insan olmaz. Ne kadar arıza insan var sanki onların buluşma mekânıdır. Aklı başında birine rastlama olasılığı son derece düşüktür zira akıllı adam yanlışlıkla gelme gafletinde bulunsa bile akıllı olduğu için uzun süre durmaz gider. Şartlar gitmesini engelliyorsa o da bir süre sonra diğerlerine ayak uydurur ve geri dönülmez bir yola girer. Şantiyede çalışmaya alışmış bir insan için ofis ortamında çalışmak son derece sıkıcı ve monotondur. Nasıl ki ofis ortamında çalışanlar şantiyede çalışanları mühendis, mimar bile olsa amele gibi görüyorsa, şantiye çalışanı da ofistekileri tek tip giyinmiş sıkıcı penguen ordusu gibi görür. Şantiye farklı bir dünyadır, dışarıdakiler içeridekileri anlamaz, içeridekilerde dışarıdakileri beğenmez.
Şantiye çalışanları yaradan tarafından “yardır ya kulum” denilmiş insandır. Dayanıklıdır, +40 0C’da da, -40 0C’da da çalışabilir. Adaletlidir, üstüne söver, altını ezer. Uysaldır, sigara aralarında boş kalır, şantiyesine, projesine, yönetimine söylenir, sitem eder, dakika başı istifa eder, ama sigarası bitti mi hadi ben sahaya kaçtım der, çalışmaya devam eder.
Ekonomiktir, az yakar, hızlı kaçar, sabah çay, kahve, sigara devam eder. Organize ve dakiktir, hiçbir işini geciktirmez. Cesurdur, altındaki arabaya bakmadan sahadaki çamura girer, iş kovalar. Sahada nerede malzeme unutulsa işine yarasın, yaramasın alır sahip çıkar. Yol yordam bilir, koyar postasını nabız yoklar olmadı döner ağam paşam der işi bağlar.
Renkli bir karakterdir, üstünde fosforlu yeleği, kafasında bareti yüz metreden belli eder kendini. Emekçidir, lüks arabaya binmez, 4 çekerden başka araba tanımaz. Kalenderdir, iş makinesinin kepçesinde çektirir profil resmini. Sahiplenir, iş bitti mi “burayı ben yaptım” der, babasının malı zanneder. Yaratıcıdır, her dilde, her şivede küfreder, kendisine has küfürleri ile nam salar.
Anlatılmaz yaşanır, şantiyecilik. Çayını, sigarasını, kahvesini verirsen, kuş uçmaz, kervan geçmez dağ başında aylarca yaşayabilir. Aslında bir tanısan şantiyeciyi sen de çok seversin. Sınıf farkının ortadan kalktığı, bir bardak çayın ilaç hükmünde olduğu, kavgası gürültüsü bol bir ortamdır. Bir mühendis olmasına rağmen bir patron gözü ile Fevzi Akkaya şantiyeyi şöyle tarif etmiş; “yapılacak işin, kâfi emniyetle zamanında, şartnamesi isteklerine uygun olarak yapılmasını ve bitirilmesini sağlamak için kurulan tezgâha şantiye derler.”
Şantiye yaşamı, şantiye hayatı çok zordur. Bazen kente ve kent yaşantısına yakın olur şantiye, o zaman evde kalmak ve hatta ailenizle birlikte olmak gibi büyük bir nimete sahip olursunuz. Bazen bir baraj şantiyesi ya da maden işletmesinde bulursunuz kendinizi, en yakın kasabanın kilometrelerce uzak olduğu. Ama ekmek kapısıdır, şantiye.
Bekir Usta; “gurbette taşa oturmayan evdeki halının kıymetini bilmezmiş” derdi. 2-3 ayda bir kere, en kabadayı ayda bir kere evinize gidebildiğiniz o gidişinizde de en fazla 3-5 gün kalabileceğinizi belirten izinlere sahip çalışma yeridir, şantiye. İkinci bir askerlik gibidir. Tümüyle erkeklerin olduğu, sünger yataklı ranzalarda kalınan, keskin çorap kokuları ve horlama sesleri arasında uyumaya çalışılan, bir teneke sıcak su ile sadece pazarları banyo yapılabilen, subay, astsubayların yerini saha mühendisi, şantiye şefi, şantiye müdürü, proje müdürü, formen, usta, muhasebeci, tekniker, ressam, süpervizör, teknik emniyetçi, kalite kontrolcü, ambarcı, hizmetli ve şoförlerin aldığı ikinci bir askerlik gibidir.
Öte yandan hayat okuludur, şantiye. Adam satmanın ne olduğunu, dedikoduyu, adamı sırtından bıçaklayanı, en güzel dostluğu, paylaşmayı, sabretmeyi, katlanmayı, hasreti, sevgiyi, özlemi, acıyı, hainliği, ayrımcılığı, kısacası her türlü akla gelmeyecek kavramların öğrenildiği yerdir.
En güzel dostlukların kurulduğu yerdir, şantiye. Normal hayattan elde edilemeyecek tecrübeler edinilir, konteynırın havası farklıdır, temiz olmayan bardaklardan çay içmek gibisi yoktur, samimiyetin doruk noktalarında olduğu yerdir, o mangalın tadını başka yerde alamazsınız, işçilerle kaynaşarak harika futbol maçları yapabilirisiniz, saçınıza sakalınıza dikkat etmesiniz de olur, istediğiniz gibi küfür edebilirisiniz.
Kimsenin suçlu olmadığı yerdir, şantiye. Boyacıya göre sıvacı kötü iş yapmıştır. Sıvacıya göre duvarcı yanlış örmüştür. Duvarcıya göre beton kötü dökülmüştür. Betoncuya göre kalıpçı kötü çakmıştır. Kalıpçıya göre şantiye şefi öyle talimat vermiştir. Şantiye şefine göre proje kötü çizilmiştir. Projeciye göre işveren az para vermiştir. İşverene göre de kriz vardır.
Kim ne derse desin bir şantiyede en önemli şey şantiyenin kendisidir. Ne çalışanlar, ne yemekler, ne yataklar, önemli olan şantiyenin devamlılığıdır. Sadece iş bitince kapanır şantiye. Orada yaşananlar da yıllarca başka şantiyelerde anlatılır. İş bitene kadar o şantiye dünyanın en kötü yeridir, iş bittikten sonra başka bir şantiyede, dünyanın en güzel günleri orada geçirilmiş gibi anlatılır. Yıllar sonra hikâye anlatırken en çok kullanılan kelimedir “şantiye”.
Bir şantiyenin en olmazsa olmaz kişisi “şantiye şefi”dir. Şantiye yaşamının hiyerarşik anlamda en üst noktasıdır. Şantiyenin iş bitirme, işçi çalıştırma, parayı doğru kullanma, adaletli olma anlamında hakkını veren ve bir şantiyeyi optimum başarıyla yöneten bir şantiye mühendisidir. Bu tecrübe ve teknikle, dünyayı dahi yönetebilir.
İş tarifinde, şantiyenin iş programını hazırlamak ve bu programa günü gününe uyulmasını sağlamaktır. Programa uymak için, malzeme satın alması, iş dağıtması, ortalık toplaması, koordinasyon yapması, cinayet işlemesi, adam kovması, yemek yemesi, usta olması, küfretmesi, işçi tartaklaması, evden uzak kalması, sekreterine düz işçilerden biriymiş gibi davranması, teodolit, nivo ve benzeri tüm aletleri okuyabilmesi ve çok becerikli olması gerekebilir. Ancak şantiye şefinin en önemli görevi hak ediş gerçekleştirmesidir. Patronundan, yevmiye bekleyen işçisine kadar herkes bu anı bekler.
Tereddütsüz konuşan, bütün verileri elinde bulundurup, işini bir savcı, bir avukat gibi savunan, projesini kendisi kadar iyi tanıyabilen, görev adamı, emekçi, işçi ve mühendistir. İyi bir şantiye mühendisi; kendisinden, yürütmesi beklenen projeyi içmiş, beynine kazımış, araziye ve malzemeye hükmedebilen, teknik hesapların ve hızlı çözümlerin adamıdır. İyi bir şantiye mühendisi; şantiyenin günah keçisidir, beton santrali bozulsa o uğraşır. Mixer kaza yapsa yemeğini yarım bırakır. Ekskavatör tırnak kırsa sıcak yatağından sahaya gider. Başında unuttuğu baretini, ancak eve geldiğinde fark eder.
10 gün boyunca yaklaşık 40 saat uyuyabilip gün içinde oradan oraya koşturan, hem milyarlarca liranın muhasebesini, hem işin raporlamasını, hem işçi ve işverenle toplantılarını, hem şantiye düzenini, hem şantiye güvenliğini, hem lojistik takibini, hem bakkal, manav, kasap, hırdavat, ev tutma, yeme-içme organizasyonunu ayarlayan adamdır. Bunların haricinde işçisine cebinden avans dağıtır, derdini dinler, sorunlarına çözüm bulmaya çalışır, kasası eksi çıkar, haftanın 7 günü 3 ay boyunca aralıksız çalışır, kazandığı parayı harcayamaz.
Bir şantiye mühendisi için şantiyelerdeki en önemli yaşam alanlarından birisi de konteynırlardır. Genellikle “ayak altı” olmayan, şantiyenin yola bakan kenarında konumlanan, işin büyüklüğüne, ölçeğine göre kocaman da, tek bir 10 m2 de olabilen ofistir. Kadın, erkek fark etmeden aynı tuvaletin kullanıldığı, fon müziği olarak devamlı bir telsiz sesinin duyulduğu, tozun Allahın emri, masaların çiçeği olduğu, yazın çok sıcak, kışın çok soğuk olan, kapının girişinde staff montların, çelik burun botların, baretlerin ve safety yeleklerin asılı olduğu mekândır.
Yazın çatının üstüne tutulan su ile serinlik sağlanır, kışın her masanın altında bulunan ısıtıcılar ile sıcaklık ayarlanır. Herkesin kendisini çok rahat hissettiği bir mekândır. Enteresan bir samimiyet barındırır. Kapıyı çalmadan girip kendine çay söyleyen mi istersin, taşerona küfür eden mi, botlarını çıkarıp üşüyen ayaklarını yağlı kaloriferde ısıtanlar mı, yaz sıcaklarında baretini çıkarıp vantilatörün karşısında göğsünü açarak size rapor veren mi, ne ararsanız vardır bu ofislerde. Masaları, dolapları, bilgisayarları, yazıcıları tozla; koridorları da toprakla ve çamurla kaplı çalışma ortamıdır. Yazın sıcak, kışın soğuk olur, ama çay eksik olmaz.
Şantiyede boru döşeme işini bitirip konteynıra daha yeni gelmişsindir, her tarafın toz toprak içindedir, o sıra şantiyeden ayrılıp geri dönen bir arkadaşını görürsün, elin pas çamur, çimento karışımı bir katmanla sıvanmış durumdadır. Karşındaki düşünmeden elini uzatır, çünkü onun eli de aynı durumdadır. Karşındakinin elini sıkınca iki kişi de arada kalan katmanın farkındadır ve bundan hiç bir rahatsızlık duymaz. Sıkmanın etkisiyle katman ufalanıp küçük parçalar açığa çıkarır. Şantiyede tokalaşmak böyle bir şey, şantiye böyle bir yerdir.
Kendine ait özellikleri ve kendine ait bir kültürü vardır şantiye yaşantısının. Kendine ait bir dili, çok farklı bir yaşam biçimi, 7/24 yaşanan bir hayat şekli vardır. Çok farklı bir yatakhane, farklı bir yemek kültürü, farklı bir jargonu, özlem, sevinç ve hayalleri vardır, şantiyenin.
Her şantiyede ortak olarak kullanılan bir dil vardır. İşçiler arasındaki konuşmalarda anahtar kelime olarak kullanılan “la”, işçiler ile mühendisler arası iletişimde “şefim”, mühendisler arası iletişimde “hocam” halini alır. Ancak ortak kullanılan dil araya muhtelif küfürlerin serpiştirildiği “şantiye jargonu”dur.
Örneğin şantiyede mühendis denilmez, o kişi “müyendiz”dir. Baret yerine miğfer, ankraj yerine ankıraş, topoğraf yerine fotrafçı denilir. Ben daha traktör diyeni duymadım, o alet “motur”dur. JCB yerine cisbi, blokaj yerine daş serimi, yevmiye yerine yöömiye ve konteyner yerine konteyin denir. Kendine ait ölçü birimleri vardır şantiyelerin. Örneğin 15 dakika yerine “bir cigara içimi”, çok uzakta yerine “taa anasının nikahında”, çok soğuk yerine “…ım buz tuttu” denilir. Bir zaman birimi olarak eşeğin sudan gelmesi, bir iş birimi olarak 5 işçinin üç gün çalışması, bir hacim ölçüsü olarak zibil gibi, bir zaman birimi olarak tükürüğüm kuruyana kadar kullanılır.
Ama şantiyenin tek değişmeyen kuralı tüm bu vurguların küfürle güçlendirilmesidir. Ancak bu durum şantiyede bir kadın bulunması bu durumu gözle görülür miktarda azaltır. Ancak kadına hitap etmek konusunda ciddi sıkıntı yaşanır. Kadın olduğunuz için “şefim” demek ağır gelir işçiye, “müyendiz hanım” fazla kibar kaçar, “abla” ya da “yenge”ye de müyendiz hanım kızar. Bir de kadın mühendisin yanında küfür edildi mi “pardon abla görmedik” ile durum örtbas edilir. Zordur vesselam.
Yemeklerde şantiye kültürünün önemli bir parçasıdır. Her şantiyenin her birimin tüm çalışanlar tarafından sevilen bir aşçısı vardır. Herkes bilir o ustanın elinin ayarını, hangi yemeği iyi yaptığını ve malzeme yokluğunda neler yaratabileceğini. Ama hangi aşçı olursa olsun, her şantiyede olduğu gibi, her pazartesi günü nohut ya da kuru fasulye kaynar.
Ama şantiyede yemekler ne kadar kötü olursa olsun, dünyanın en iyi menemenleri şantiyelerde yapılır. Zira menemenin sırf şantiyeler için yaratılan bir yemek olduğundan kuşkulanırım. Fazla mesai yapan ya da şantiye mühendisinin talimatı ile işini bitirene kadar çalışan işçiler yemek vaktini kaçırınca, biten yemeğin yerine yemekhanede sırf bu emekçiler için icat edilmiş bir türdür, menemen. Şantiyelerdeki aşçıların ustalığı yaptıkları menemenle ölçülür ve ona göre namları yürür. Bu nedenle, birçok şantiyenin yemekhanesinin çevresinde domates, biber eken ve buradan topladıkları malzemelerle organik menemen yapan aşçılar bulunur.
Aslında en iyi çaylar da şantiyede yapılır. İşçisinden patronuna kadar herkesin ortak noktası olan çay, hiçbir ayırım yapmadan herkese aynı oranda hizmet eder. Şantiyede odun ateşinde isli demlikten içilen çaya alışan bünyeye hayatının geri kalanında içeceği çaylar abdest suyu gibi gelir. Bir kış akşamında -10 derecede ekskavatörün kabininde demlenen hep birlikte içilen çayın yerini hiçbir şey tutmaz.
Ömrü hayatımda mangal yakmanın bu kadar kolay olduğu başka yer görmedim. Her türlü yanıcı yakıcı alevlendirici kesici delici vb alet bulunduğundan bu konuda hiçbir sıkıntı yaşanmaz. Gelen misafirlerinizi ağırlamak için aşçıların ayırdığı bir parça mangallık et şantiyelerde mutlaka bulunur. Bir de bayram dönüşlerinde memlekete giden işçilerin dönüşte “şefim sana …… getirdim bak hele” deyip öğünlerimizi kral sofrasına çevirmeleri yok mu. Hala özlerim Bekir Ustanın Rize’den getirdiği harnup pekmezini ya da Rıza Ustanın Erzurum’dan getirdiği tulum peynirini.
Bir de gece vardiyaları vardır, şantiyelerin. Yalnızlığın, kimsesizliğin, ıssızlığın, sessizliğin ve ayrılıkların vakti. Mesleğimin ilk yıllarında gece vardiyasına kalırdım. Şantiye şefimiz Hayrettin Abi’nin teorisine göre gece vardiyası evli ve çocuklu olanlar için değildi. Bu nedenle gece vardiyasına hep biz bekârları yazarlardı. Hayrettin Abi’ye göre; gece vardiyası; endüstri devriminin, biz çalışanlara karşı çıkardığı en acımasız işkenceydi. Üretimin durmaması için kullanılan bu yöntemle şantiyenin durmaması ve işin sürmesi sağlanıyordu. Kesinlikle haklıydı.
Gece vardiyası; tüm insanlar gece evlerinde sıcak yataklarında aileleri ile beraberken, sen bitmez tükenmez bir üretim ilişkisinin içine girersin. Her akşam aynı işkenceyi yaşarsın, kalkarsın akşamın bir vakti, giyinip işe gidersin. Öğrencilik yıllarında “allahım bana öyle bir iş ver ki sabahları hep erken kalkmak zorunda kalmamayım, geceleri de erken yatmayayım.” diye dua ettiğin aklına gelir. “keşke başka bir dilek dileseydim” diye düşünürsün.
Aslında gece vardiyasının bazı iyi yönleri de vardır. Mesela gündüz vardiyasında çalışanlar tüm çalışma saatlerini patron, patron oğlu veya damadı, müdür, müdür yardımcısı, bilmem ne şefi, bilmem oranın kısım sorumlusu vs. kişilerin istekleriyle, dertleriyle geçirirken, gece vardiyasında yapılacaklar bellidir. Belli başlı işleri yapıp bitirdikten sonra, bilgisayar başında müzik dinleyerek, oturarak geçirebilirsiniz. Hem de sizden üst kimsenin olmamasının rahatlığını hissedersiniz.
Ama zordur, bazen çok zor. Sabaha karşı daha da çöker uyku yorgunlukla. Gözler kısılır, minicik kalır ama iş için dikkatli olunmak zorundadır. Çayla ve kahveyle ayakta kalırsın, hele sabaha karşı vardiyanın bitimine 3 saat kala yemekhanede yapılan kahvaltının ardından ofis olarak kullandığın konteynıra geçersin, ya pencerenin ağzında ya da bahçedeki kameriyenin altında ama mutlaka şantiyenin ışıklarına bakan bir noktada oturur çayını içersin ve bir cigara.
İşte o anda geceyi hissedersin, yalnızlığı. Gece vardiyasında yemekten sonraki yarım saatlik dilimi herkes kendisi ile baş başa kalarak yaşamak ister. Sanki herkes kabuğundan çıkıp gerçek kimliğine bürünür, olması gerektiği gibi. Daha hür daha içten daha sıcak olur. Gece vardiyası; şantiyenin öksüz çocuğu, gündüzden daha uzun sürer. Sense konteynırın bahçesindeki sandalyede, demli bir şantiye çayı, koyu kıvamlı bir sigara. Aklına her akşam aynı türkü gelir.
Akşam olur garanlığa galırsın
Derin derin sevdalara dalarsın
Oy gelin gelin, sevdalı gelin,
Öldürdün beni
Birden aklına gelir, selvi boyu, al yazması ile. Cigaradan derin ve kuvvetli bir nefes çekersin, hızla tükenir. İnce belli bardaktan bir fırt daha çay çektiğinde, Bekir Usta’nın sesi duyulur telsizde “şefim, atelyenin önündeki malzemeler nereye götürülecek.” Canın istemeye istemeye telsize cevap versin. Bardakta kalan son çayı da kafana diker, gerçek hayata dönmek için şantiye ışıklarına doğru yürümeye başlarsın.
Şantiye, 7/24 çalışılan yerdir, kendi kendinle başa başa kalmaya, yalnız kalmaya hiç fırsatın olmaz. Allahtan da olmaz. Çünkü şantiyede en kötü şey yalnızlıktır. Çalışırken anlamazsın zamanın nasıl geçtiğini. Hatta zaman geçmesin istersin. Akşam “hava kararmadan son katın betonunu da döksek” diyerek geçen zamana sitem edersin. Ama hava kararıp da kendinle baş başa kaldığın zaman ejderha olsan kâr etmez. Ne kavgada ustalığın, ne de çatal yürek civan oluşun kar etmez. Başlar gece devriyesi hasret kaldıklarının.
Önce evini özlersin, evinin kokusunu özlersin. Evin kokusu mu olurmuş deme. Olur, aslında bunu en iyi sen bilirsin. Yatağını, yastığını yorganını özlersin. Aylarca şantiye denen bu ömür törpüsünde çürürken evine gitmeyi, sıcacık bir duş almayı, tertemiz bir yatağa girmenin hayalini özlersin. Salondaki kanepeyi, o kanepede saatlerce gazete ve dergi okumayı, kumandayı, kimse müdahale etmeden televizyonda kanal taramayı, televizyonda zap yaparken sehpanın üzerinde talan edebileceğin meyve tabağını, tuvalette el havlusunu, bakalım neler varmış diye ara sıra yoklanabileceğin buzdolabını özlersin. Kapı zilini, “ben geldiiim” sesiyle kapıdan içeri giren birini özlersin.
Ama denir ki, insan evinden daha çok evin içindekileri özlermiş. Evi özlemek bir bahaneymiş. Masa başında hep birlikte yenilen yemeği, oğlunu kucağına almayı, kızının saçlarını okşamayı özlersin. Bütün gün evin içinde kıkırdayan çocuk seslerini dinlemek, “hadi evladım saat kaç oldu yatın artık” demeyi özlersin. Aynı battaniyenin altında, hanımla birlikte televizyon seyretmeyi özlersin.
Uzaktan iş makinalarının sesi seni bu hayalden uyandırır. Hava kararır, şantiyenin ışıklarına doğru bakar, paketten bir cigara daha çıkarırsın. Akşam erken iner şantiyeye. Sana evi hatırlatan tek şey karşıda duvar dibinde üç dal gecesefası, üç kök hercai menekşedir. Hırsla çakarsın kibriti, ilk nefeste yarılanır cigaran. Şantiyenin ışıklarına doğru evinin, çocukların, eşinin özlemi, dışarıda delikanlı bir bahar.
Bir mühendis için en zor çalışma şeklidir, şantiyecilik.
Şantiyeler, her mühendisin meslek hayatının belirli bir döneminde bulunması gereken üretimin çok yoğun ve hızlı olduğu yerlerdir. Yüzlerce erkeğin bir arada çalışması ise egosu tavan yapmış bir sürü takıntılı adam arasında olmak demektir. Her meslekte olduğu gibi şantiyelerde de hayat öğrenilir. İnsanların türlü psikolojik durumuna, tepkilerine çok kısa süre içinde şahit olunduğu için insanları ki aslında hayatı, tanımak için şantiyeler hızlandırılmış birer okul gibidir.
Şantiye çalışmaları genelde kârlı işlerdir. Fakat işin daha karlı olması için verimli çalışıp işin en kısa sürede bitirilmesi istenir. Sabit giderleri azaltmak bunda başlıca faktörüdür. İşin süresinin kısalması için çalışanların fedakârlıkları ve yoğun çalışmaları da gerektirir. İşte bu nedenlerle güzel yurdumuzdaki şantiyeler, emek sömürüsünün en önde gelen yerleri olmuşlar, kırsal kesimden gelen insanları tabiri caizse köle gibi 7/24 izinsiz ve asgari ücretle çalıştırarak, Auschwitz kampları haline gelmişlerdir.
Belki de şantiyelerin en iyi tarafı geçici kabulünün yapılarak işin teslim edildiği andır. Bu şantiyede görev alan bir kişi ister amele olsun, ister proje müdürü, yapılan binanın karşısına geçerek “bu binayı ben yaptım” moduna geçer. Kimi zaman bir dağ yamacında, kimi zaman en yakın yerleşim birimine yüzlerce kilometre uzakta, yerine göre çölde ya da buzlarla kaplı bir zemin üzerinde bir ömür geçirirsin şantiyede.
Zor iştir şantiyede çalışmak, bir şantiyede yıllarını harcamak. Bazen şantiyeye bir ömür verilir, gençlik yılların delikanlılığın heba edilir. Geriye bir tek solgun fotoğraflar ve hiç aklından çıkmayacak anılar kalır.
Bir mühendis için en zor çalışma şeklidir, şantiyecilik.
Nadir AVŞAROĞLU
Maden Mühendisi