13Eki2024

Paylaş

YENİ MADEN KANUNU

Geçtiğimiz yıl Soma ve Ermenek’te yaşanan ve toplumda büyük infial uyandıran kazalardan sonra yeni bir maden yasası hazırlanarak yürürlüğe girdi. 18 Şubat 2015 günlü Resmi Gazetede yayımlanan 6592 sayılı Maden Kanunu geçici maddelerle birlikte 36 madde içeriyor. Yeni maden kanunu ile madencilik rejiminde esastan bazı düzenlemeler yapılmaktadır. Böylelikle 1985 yılında yürürlüğe giren ve toplam 54 maddeden oluşan 3213 sayılı kanun’un 22 maddesinde değişiklik yapılmış ve 9’u geçici madde olmak üzere yeni 10 madde eklenmiş olmaktadır.

Ülkemizde bilimsel madenciliğin başladığı son 150 yıldan bu yana sırasıyla 1861, 1869, 1886, 1906, 1954, 1985, 2004, 2010, 2012 ve 2015’de olmak üzere toplam 10 kez maden kanunu değişti. Bu 10 kanun değişikliğinin 4’ü son 11 yıl içinde ve AKP iktidarlarında gerçekleşti. 2004 yılında 5177 sayılı Maden Kanunu, 2010 yılında 5195 sayılı kanun ve 2015 yılında da 6592 sayılı maden kanunları yürürlüğe sokulurken 2012 yılında 15 nolu Başbakanlık Genelgesi ile meri kanundaki birçok madde değiştirildi.

2004 yılında 5177 sayılı kanun çıktıktan sonra Mahkeme bazı maddelerini iptal etti. Bu durum üzerine iptal edilen maddeler düzenlenmek yerine 2010 yılında tüm maddeleri irdeleyen 5195 sayılı kanun yürürlüğe sokuldu. Ancak bu kanunun uygulanmasında da yaşanan aksaklıklar ve problemleri gidermek için 2012 yılında Başbakanlık devreye girdi ve yayınladığı genelge ile ruhsat verilmesi Başbakanlığını oluruna bağlandı.

Yeni yürürlüğe giren 6592 sayılı maden kanunu ile birlikte teminat iradı ve ruhsat iptali, ruhsat harcı ve ruhsat teminatı, ilk müracaat ve ruhsatlandırma, arama faaliyeti, işletme ruhsatı ve madenin işletilmesi, işletme faaliyeti, ihale, teknik nezaret, irtifak ve intifa hakkı ve kamulaştırma ile rödövans sözleşmesi maddelerinde esastan değişiklik yapılmıştır.

Bu durumda, madenciliğimizin tüm sorunlarını çözmeye yönelik olarak tüm paydaşların katılacağı bütünsel bir yaklaşımla baştan yeni bir Maden Kanunu hazırlanması acaba daha iyi olmaz mıydı? Sivil toplum kuruluşları ve meslek odalarından alınan görüşlerin hiçbirinin yansıtılmadığı 6592 sayılı Maden Kanunu mevcut hükümetin ve ETKB bürokratlarının görüşleri doğrultusunda şekillendirilmiştir. Bu kanunla madencilik sektöründe kaldırılacağı ilan edilen rödovans uygulaması farklı biçimi ile devam ettirilmekte, cezalar arttırılmakta, teminat ruhsat bedeline dönüştürülmekte, vesayet sürsün diye ruhsat devri bakanın yetkisine bırakılmakta, ilk müracaat hakları ihale ile verilirken ayrıcalıklı gruplar kapsam dışı kalmaktadır.

Bilindiği gibi hukuk ve kanunlar toplumsal ihtiyaçlardan kaynaklanır. 18 Şubat tarihinde yürürlüğe giren Maden Kanunu hangi ihtiyaçtan kaynaklanmıştır. Yaşanan iki büyük maden kazasının ardından alelacele çıkartılan bu türden bir kanun madenlerde yaşanan kazaların önleyicisi olamaz. Bu kanunla getirilen; teknik nezaretçiliğin kaldırılıp yerine daimi nezaretçiliğin getirilmesi, kamu kurumları dışında yeraltı kömür ocaklarında rödövans uygulamasının kaldırılması, işletme ruhsat iznin verilecek kurumlarda mali yeterlilik standartlarının aranması, işçi sağlığı ve iş güvenliği denetimleri yapılırken çalışmalara ruhsat sahibinin de iştirak etmesi, birbirine yakın ve aynı türden maden içeren maden ruhsatlarının birleştirilerek bir tür havza madenciliğine geçişin sağlanması maden işletmeciliğinde yaşanabilecek kazaların önüne geçemeyecektir.

Yeni çıkartılan maden kanununda en önemli yeniliklerden birisinin “her ocağa bir maden mühendisi atanarak” madenciliğe teknik destek sağlanılacağının düşünülmesidir. Böylelikle artıları ve eksileri ile 60 yıldır sürdürülen teknik nezaretçilik kurumu kaldırılmış, yerine görevi patronu denetleyecek olan “daimi nezaretçilik” getirilmiştir. Kanundaki ifadesiyle “yetkilendirilmiş tüzel kişilikler” aracılığı ile madenciliğe mühendislik bilim ve tekniği getirilerek başta işçi sağlığı ve iş güvenliği konularında da önemli adımlar atılacağı düşünülmektedir.

Oysa Soma’da vefat eden 301 maden emekçisinden 5’i mühendisti. Ermenek’teki maden kazasında çalışan mühendisler bulunmaktaydı. Dolayısıyla her ocağa bir mühendis atayarak işçi sağlığı ve iş güvenliğini arttırmak mümkün değildir. Maaşını patrondan alan mühendisin, işvereni denetlemesi “uygun gördüğü takdirde ocaktaki üretimi durdurması” pratikte mümkün değildir. Aslında bu durum ETKB ve Maden İşleri Genel Müdürlüğü’nün gözetim ve denetimden kaynaklanan hatalarını, eksikliklerini ve yetersizliklerini gizleyerek sorumluları gelecekte daimi nezaret işini yüklenecek mühendisleri yıkma çalışmasıdır.

Çıkarılan bu kanunla daha önce Başbakanlık tasarrufu altında bulunan ruhsat verme yetkisi konusunda siyasi vesayet devam ettirilerek, bu yetki bakana devredilmektedir. Ayrıca teknik nezaretçilik müessesesinin kaldırılmasının ardından 1.440 mühendislik bürosunda çalışan yaklaşık 3.000 maden ve bir o kadar jeoloji mühendisinin işsiz kalacağı, bu bürolarda çalışan ve sayıları 2.000’i bulan diğer çalışanların da kaderlerine terk edileceği düşünülmektedir.

Bu yasadaki en radikal değişiklik, Maden İşleri Genel Müdürlüğü’ne verilecek proje, faaliyet raporları gibi mühendislerce hazırlanan teknik belgeleri hazırlama yetkisinin yalnızca yönetmelikle tanımlanacak “Yetkilendirilmiş Tüzel Kişilere” bırakılmasıdır. Bu uygulama ile 1954 yılından bu yana yürürlükte olan teknik nezaretçilik kurumu tarihe karışacaktır. Her ne kadar hazırlanacak yönetmelikte Yetkilendirilmiş Tüzel Kişiliklerin nasıl belirleneceği bilinmemekle birlikte, bu uygulama ile çantacı tabir edilen “evrak takip işi”nin ve “imza ticareti”nin yaşama geçeceği düşünülmektedir. Bu durumun örnekleri benzer kanun ve uygulamalar ile yapı denetiminde, çevre etkileri değerlendirmesi yapan bürolarda ve işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda çalışan bürolarda (OSGB) yaşanmaktadır. Ayrıca bu uygulama ile siyasi otoriteye yakın kişi ve kuruluşların kollanacağı endişesi de bulunmaktadır.

Devlet, madenciliğe bütçe açıklarını kapatmak için bir gelir yolu olarak değil de madencilik tekniğine uygun üretim yapılması ve istihdamın artırılması yönünde yaklaşmalıdır. Maden kanununun içerisine geneli idari konulardan kaynaklanan bol sıfırlı para cezalarının konulması madencilerin yükümlülüklerini yerine getirmeleri konusunda caydırıcı olmayacağı kısa zamanda görülecektir. 2010 yılında çıkartılan Başbakanlık Genelgesi nedeniyle zaten durma noktasına gelmiş olan madencilik sektörünün kaldıramayacağı ölçüde parasal yükler getirilmesi olumsuz bir durumdur. Bu yıl başından itibaren ölçüsüz oranda artırılan orman izin bedelleri bu durumun en çarpıcı örneğidir. Çoğu yerde, orman idaresine ödenen bir yıllık izin bedeli ile aynı yerde orman dışı bir arazi rahatlıkla satın alınabilmektedir. Bu durumda maden kaynakları ekonomik olmaktan çıkıp işletilemez bir noktaya gitmektedir.

Ülke madenciliğinin durumu ve ihtiyaçları saptanmadan yaşanan elim kazalardan hareketle sadece bazı kanun maddeleri üzerinde günü kurtarmak amacıyla yapılan bu düzenlemelerin madenciliğin önünü açmak ve ona yeni bir yön vermek için çok da yararlı olmayacağı açıktır. Ayrıca, ruhsat bedeli adı altında yapılan yeni düzenleme ile özellikle işletme döneminde, ruhsat sahibine önemli bir mali yük getirildiğinden belirli bir ekonomik güce sahip büyük madencilik firmaları ruhsatları ele geçirir iken gücü yetmeyenler sektörden silinecektir.

Böylesine önemli değişiklikler yapılmadan önce sektörün durumunun da dikkate alınması gerekir idi. Çok sayıda maden ruhsat sahibi ve işletmecisi, mevcut mevzuata güvenerek milyonlarca dolarlık yatırımlar gerçekleştirmiş ve sözleşmeler yapmıştır. Yapılan bu değişikliklerden sonra işletmeler maddi kayıplara uğrayacak, hatta firmalar bazında yok oluşlar da yaşanabilecektir.

Yeraltı kömür işletmelerinde özel sektör madencilerinin üçüncü kişilerle rödövans sözleşmesi yapmaları engellenir iken kamu madencilerine hiçbir kısıtlama getirilmemesi bir çifte standart olması bakımından anayasanın eşitlik ilkesine aykırı olacağı düşüncesindeyim. Eğer bir maden işletmesinde rödövans riskli ve tehlikeli ise bu ruhsat sahibinin kimliğine göre nitelik değiştirmez. Hem hukuki hem de teknik açıdan ruhsat sahiplerine tanınan hakların birbirinden farksız olması gerekir. Öte yandan, ne yazık ki son yıllarda yaşanan büyük maden kazalarının çoğu kamu kurumları tarafından rödövans ile verilmiş kömür sahalarında meydana gelmiştir. Bu nedenlerle rödovans uygulamasından tamamen vazgeçilmesi daha yerinde olacaktır.

Siyasi iktidarının her zaman olduğu gibi “ben yaptım oldu” anlayışı ile yasalaştırdığı 6592 sayılı Maden Kanunu, ülke madenciliğinin sorunlarını çözmek bir yana, küçük ve orta ölçekli sermayeyi yok edecek, sektördeki çalışan istihdamını daraltacak ve yatırımları durma noktasına getirecektir. Bu kanun ile ülke madenciliği bilim ve teknikten uzaklaştırılarak daha fazla siyasi vesayet uygulaması getirilmektedir. Yıllardır, sektörün en önemli talebi olan Madencilik Bakanlığı’nın kurulması bu kanunda da dikkate alınmamıştır. Birçok meslekten farklı özelliklere sahip olması nedeniyle madenciliğe özel bir iş kanunu ve iş güvenliği yasası yine göz ardı edilmiştir. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ve Maden İşleri Genel Müdürlüğü bünyesinde kurulması düşünülen güçlü ve etkin bir denetim mekanizması bu kanunla da oluşturulmamış, Maden İşleri Genel Müdürlüğü daha iyi hizmet sunabilmesine imkan sağlayacak taşra teşkilatı oluşturulmamıştır.

Maden kazalarının ardından acele ile yasalaştırılan bu kanunla devlet, asli görevlerini ve sorumluluklarını devretmektedir. Her madene maaşını patronundan alan ve işi patronunu denetlemek olan daimi nezaretçi adı altında atanacak mühendislerle Soma ve Ermenek’te yaşanan son maden faciaları sonucu yoğun eleştiri alan ilgili kamu kurumunun sorumluluktan sıyrılmak istediği görülmektedir. Madencilik sektöründe işçi sağlığı ve iş güvenliğine yönelik hizmetlerin piyasalaştırılması ve özelleştirilmesi iş cinayetlerinin daha da artmasına neden olabilecektir.

Nadir AVŞAROĞLU

Maden Mühendisi

Blog yazıma tepki göster
Harika
0
Harika
Beğendim
0
Beğendim
Haha
0
Haha
Beğenmedim
0
Beğenmedim
Güzel
0
Güzel
Anlamadım
0
Anlamadım

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir