Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 11 Ağustos’ta sosyal medya hesabından 2021 Yükseköğretim Kurumları Sınavı (YKS) tercih puanlarının açıklandığını belirtti. 2021 yılında Temel Yeterlilik Testi’nde (TYT) baraj puanının 140, Alan Yeterlilik Testi (AYT) ve Yabancı Dil Testi’nde (YDT) ise barajın 170 olduğunu açıklayan Erdoğan, “bunun çok sayıda öğrencinin okula girmesinin önünü açacağını” söyledi. Tartışmalar devam ederken Erdoğan, aynı günün akşamında katıldığı televizyon programından barajın düşürülmesi sorusuna, “gençlerin geleceği için önemli bir fırsat sunacağına inanıyorum” dedi.
Günümüzde yüksek öğretime girmek zor. Liseyi bitiren her beş gençten dördünün daha ileri bir eğitim görme olanağı bulunmuyor. Her yıl yaklaşık 2,5 milyon genç üniversite kapılarına dayanıyor. Plansızlığın her alanda egemen olmaya başladığı ülkemizde, bunun en yaralayıcı sonuçlarından birisi, yüksek öğretimde ve onun bir parçası olan mühendislik, mimarlık öğretim/eğitiminde gözlenmektedir. Yıllardır mühendislik eğitimi veren kurumlar “kriterlere uymuyor” denilerek kapatılırken, hangi kriterlere uygun olduğu belli olmayan üniversitelerin mühendislik-mimarlık bölümleri giderek çoğalmaktadır.
Dünya eğitim sektörü yıllık 5,2 trilyon dolarlık bir pazar durumundadır. Dünya toplam üretim ve ticareti üzerinden dolaşıma giren paranın 2019 rakamları ile 73,47 trilyon dolar olduğu düşünülürse, eğitim üzerinden dolaşıma giren 5,2 trilyon doların çekiciliği kendiliğinden anlaşılır. Dünya ölçüsünde eğitim, sağlık vb. sosyal hizmet alanlarının geniş çaplı tasfiyesinin yaygınlaşmaya başladığı bir dönemdeyiz. Bugün üniversitelerimizde yaşanılan yapısal dönüşümleri anlayabilmenin, bu politikalara karşı güçlü bir mücadele verebilmenin ön koşulu kuşkusuz, dünya ölçüsünde yaygınlaşan bu neo-liberal politikaları anlayabilmekten geçmektedir. Böylesine bir ortamda ülke gerçeğinin çok ötesinde ve çok üstünde bir grup genç insan her yıl Üniversite sınavı ile üniversitelerimizin mühendislik-mimarlık fakültelerine girmek istemektedir. İhtiyacın ve gereksinimin çok üzerinde bölüm ve kontenjan bulunan bu fakültelerde bir talep fazlalığı ve yığılma mevcuttur.
Ülkemizdeki eğitim sıkıntısı, daha en temelinden ilköğretimde başlamaktadır. Uzun yıllardır sürekli bir sistem değişikliğine gidildiği gibi içerik ve müfredat da her yıl değişime uğramakta, ilk ve orta öğretimde eğitimin içine iktidarın bakış açısı yerleştirilmektedir. Üniversitelerdeki sıkıntı ise; 1980 sonrasına ve YÖK’nun kuruluşuna dayanmaktadır. Darbe sonrası kurulan bu kurum ile bilimsel bilginin önüne set çekilmiş, gelen iktidarlar da bu seti daha da keskinleştirmiştir. Ayrıca AKP döneminde neredeyse her ilde bir üniversite açılarak bu üniversitelere liyakata dayalı değil “sadakata” dayalı öğretim elemanı atamaları yapılmıştır.
YÖK tarafından geçtiğimiz ay yapılan açıklamada; ülkemizde üniversite sınavlarına girmek üzere son yıllarda 2 milyonun üzerinde aday başvurmaktadır. Sınava giren adayların yaklaşık üçte biri yerleştirilmektedir. YÖK verilerine göre 129 devlet, 73 vakıf toplam 202 üniversite, 30.006 profesör, 17.469 Doçent, 41.028 Öğretim üyesi toplamda 88.503 doktoralı akademik kadro, 7.750.000 öğrencisi (YÖK, 2021) ile niceliksel olarak büyümüş görünmektedir.
2021 yılı Yükseköğretim Kurumları Sınavı’na 2 milyon 607 bin 903 aday başvuruda bulunmuştur. 26-27 Haziran’da yapılan sınava katılan adayların “lise son sınıfta olan aday” sayısı 955 bin 632 (% 36,6), “lise mezunu olup bir yükseköğretim programına yerleşmemiş olan aday” sayısı 997 bin 137 (% 38,2), “bir yükseköğretim programına yerleşmiş aday” sayısı 373 bin 731 (% 14,3), “bir yükseköğretim programından mezun olan aday” sayısı 227 bin 128, (% 8,8), “yükseköğretim kurumundan kaydı silinen ve sınava başvuran aday” sayısı ise 54 bin 275 (% 2,1) olarak açıklanmıştır.
ÖSYM verilerine göre Alan Yeterlilik Testinde fen bilimlerinde başta fizik ve kimyada öğrenciler 13 soruda 1,5-2 soru çözmüştür. Ayrıca matematik sorularında da görece diğer yıllara göre daha az soru çözülmüştür. Sosyal Bilimler ve Türkçe’de ise geçmişe göre daha az sorunun çözüldüğü açık ara görülmektedir. Nihayet 2021 yılı yerleştirme sonuçlarına göre çoğu bölüme geçmiş yıllara göre 40-50 puan daha düşük puanla girildiği ancak öğrenci sıralamalarında büyük değişikliklerin olmadığı görülmektedir. Diğer taraftan toplamda cevapladığı sorulara bağlı olarak aldığı puanı düşük olan öğrencilerin temel akademik bilgiyi yeterince kavrayamadığını rahatlıkla söylenebilmektedir.
2021 yılı YKS sonuçları incelendiğinde, mühendislik, mimarlık, şehir ve bölge planlama bölümleri dâhil olmak üzere birçok bölümün ya hiç tercih edilmediği ya da çok az sayıda öğrencinin yerleştiği görülmektedir. Bu sorun daha önce TMMOB ve bağlı Odaları tarafından birçok platform ve etkinlikte dile getirildiği gibi yürütülen yükseköğretim politikalarının bir sonucudur. Birliğimiz tarafından, mühendislik, mimarlık, şehir ve bölge planlama bölümlerinde yaşanan kontenjan sayılarının fazlalığı, akademik kadroların yetersizlikleri, fiziksel koşullardaki yetersizlikler gibi eğitim kalitesini doğrudan etkileyen önemli sorunlar Yükseköğretim Kurumuna (YÖK) defalarca aktarılmış ve çözüm önerileri sunulmuştur.
Her yıl olduğu gibi bu yıl da ülke ihtiyaçları temel alınarak bölüm kontenjanları belirlenmesi gerekirken, herhangi bir dayanağı olmaksızın kontenjanlar artırılmış, üniversite mezunu işsiz sayısı tarihsel olarak en yüksek seviyelere erişmiştir. Tüm bunların sonucu olarak, özellikle mühendislik-mimarlık alanlarında yoksulluk sınırının altında ücret, güvencesiz çalışma koşulları ve meslek dışı alanlarda çalışma yaygınlaşmış; üniversite mezunları geleceksiz bırakılmıştır.
Sınava yönelik eğitimin geldiği yer, maalesef ülkenin geleceği olan bireylere olanaklar sunma bakımından, kendilerini geliştirme bakımından oldukça sorunludur. Bir tane matematik sorusu çözemeyen öğrenciler mühendislik mimarlık programlarına yerleşebilmektedir. Üniversitelerimizin ilgili programlarından her yıl 50 binin üzerinde mühendis mezun olmaktadır. Ancak, Türkiye aynı oranda sanayileşmemekte ve mezun olan bu kadar mühendis çaresizlik içinde bırakılmaktadır.
Bu yıl üniversitelerde 200 bin kontenjanın açıkta kalması yanında çok sayıda bölüm ve fakülteye tek bir öğrenci tercihi bile yapılmamış olması üniversitelerin, meslek yüksekokullarının, akademik kadro, alt yapı ve ihtiyaca göre planlama yapılmadan açıldığını göstermektedir. Son 20 yılda açılan çoğu üniversiteye, birim için yaptırılan bina, iç donatım, asgari düzeyde teknik malzeme alımı gibi çok ciddi yatırımlar yapılırken çoğu birimde alınan ekipman ve aletlerin çoğunluğunun, yeterli araştırmacı ve teknik eleman olmadığı için atıl vaziyete bulunması kaynakların doğru kullanılmadığının bir göstergesidir.
Bugün gelinen noktada mühendislik-mimarlık, şehir ve bölge planlama bölümlerini de aşan bir biçimde yanlış ve yetersiz yükseköğretim politikaları sonucunda ülkede üniversitelerin ve üniversite eğitiminin topyekun bir kaosa sürüklendiği görülmektedir. Üniversitelerin özerk yapıda kurgulanarak bağımsız düşünebilen ve bilgi üretme kapasitesine sahip yetkin bilim insanları eşliğinde bilim yapan ve üst düzeyde ders veren bir konuma gelmesi sağlanmalıdır.
Akademik ve teknolojik alt yapısı oluşturulmamış birimlerin gelişmiş birimler ile bütünleştirilmesi, ülkenin ihtiyaç duyduğu insan gücüne uygun kontenjan planlanmasının yapılması oldukça önemlidir. Meslek okulları ve yüksekokulları ülkenin ara iş gücü gereksinimi ihtiyacını oluşturacak şekilde yeniden planlanmalı ve üniversite gibi felsefi tartışma ortamının dışında pratik iş becerileri eksenli eğitim veren kurumlar olarak tasarlanmalıdır.
Bireylere mesleki eğitim verilmesinden önce analitik düşünen, bilimsel yaklaşıma uygun, sistematik, yöntemli çalışan ve sorun çözen bir yetkinliğe ulaştırılabilecek bir üniversite modeli benimsenmelidir. Türkiye’nin devlet tarafından belirlenmiş bir bilim politikasının oluşturması ve bilim politikasına uygun stratejiler geliştirmesi gerekmektedir. Nihayetinde ülkenin beşeri sermayesi olan nitelikli insan gücü olan akademik kadroların uluslararası ölçekte standartlara kavuşturulması zorunludur.
Ülkemizde kamusal, parasız, demokratik ve nitelikli bir yükseköğretim hizmeti sunabilmek mümkündür. İnsan, toplum ve doğa yararına üniversite perspektifiyle kamusal finansman, iş güvencesi, bilim özgürlüğü, demokratik bir yönetim ve denetim sistemi kolaylıkla örgütlenebilecektir. Ancak ne yazık ki bu tercih edilmemekte, öğrenciler ve aileleri böylesine ağır bir yükün altında ezilmeye bırakılmaktadır.
2021-2022 eğitim öğretim yılında üniversitelerde yüz yüze eğitime başlanacağı, ancak bunun % 40 oranında uzaktan eğitim yoluyla, % 60 oranında da yüz yüze şekilde gerçekleştirilebileceği belirtilmiştir. Salgın öncesinde derslik kapasitelerinin bazı bölüm kontenjanlarını karşılamadığının bilinmesine rağmen sınıflarda uygulanacak fiziksel mesafenin birçok üniversitede uygulanabilir olmayacağı ortadadır. Bu nedenle sadece “mesafeyi sağlayın” demekle, gerçekçi bir çözüm üretilmeyeceği de görülmelidir.
TMMOB olarak, belirttiğimiz sorunların çözümü için daha ciddi ve gerçekçi adımların hızla atılması gerektiğini bir kez daha vurgulamak istiyoruz. Üniversitelerin yüz yüze eğitime geçebilmesi için yükseköğretim kurumlarında görev yapan tüm emekçiler ve öğrenciler aşılanmalıdır. Bunun için aşı programında gerekli düzenlemeler yapılmalı ve izlenecek yol haritası kamuoyuyla paylaşılmalıdır. Üniversitelerde aşılamayı ve sonrasındaki süreci takip etmek üzere iş yeri hekimliği oluşturulmalı, işçi sağlığı ve iş güvenliği uzmanları görevlendirilmelidir. Gerek YÖK gerekse de üniversite yönetimleri salgının seyriyle ilgili olarak “şeffaflığı” temel ilke edinmeli, üniversite bileşenlerine ve kamuoyuna düzenli bilgilendirme yapmalıdır.
Özerk olması gereken üniversitelerin baskı ve yönlendirmelerle kontrol altına alınmaya çalışılması, genel bütçeden yükseköğretime ayrılan kaynağın yetersiz olması, öğrencilerin barınma ve eğitim koşullarının yetersizliği, akademik kadro ve mekansal donatı yetersizliklerine rağmen her ile bir üniversite açılması politikası üniversite öğreniminde ciddi bir nitelik sorunu yaratmıştır.
Yap boza dönüştürülen bir eğitim sistemiyle karşı karşıyayız. Neresinden tutsak elimizden kalıyor. Orta eğitim yok edildi, öğrenciler, üniversitelere hiçbir şey öğrenmeden geliyor. Bütün yük üniversitelere yüklendi. Üniversiteyi de zar zor bitiriyor ve hiçbir şey öğrenmeden mezun oluyor. Üniversitelerde hiçbir planlama yapılmadan ihtiyaca bakılmadan bölümler açılıyor.
Öğretim elemanı yok, bölüm var. Puanlar da düşük olunca öğrenciler gidiyor. Mühendislik ve mimarlık bölümlerinde eğitim özellikle büyük birikim ve yatırım gerektiriyor. Mühendis-mimar olmayan hocalar bölümlerde ders veriyor. Sonuç olarak vasıfları tartışmalı mühendis ve mimarlarla karşı karşıya kalıyoruz.