Sevgili Sıtkı,
Herkes mutlaka bir sanata
Bir zanaata sahip olmak ister.
Bazıları bir müzik aleti çalar
Bazıları türkü çığırır
Maalesef sanata dair en ufak kabiliyetim olmadı. Ne saz çalabildim, ne resim yapabildim ne de karikatür çizebildim. Ne yalan söyleyeyim istemezdim de. Belki yaşadığım kültürden ve çevreden kaynaklı, bilemiyorum.
Ama mesela; 2-3 kadeh bir şey içtikten sonra uzun hava okumayı çok isterdim. Hem de çok. Akşam vakti, dost meclisine oturmuşsun, sohbet tükenmiş, millet dertlenmiş, yanındaki arkadaş senin 3. kadehini dolduruyor, buz ister misin diye sorarken sen kafanla tasdik edip, elini yanağında götürüp “tükendi nakti ömrüm benim”i okuyorsun. Uzun, uzuuuuun. Dertli, dertli.
Herkes susarak ve imrenerek seni dinliyor. Masada yoğun bir cugara dumanı. Tabii ki kısa Camel. Herkes o cigara dumanının arasında kayboluyor. Ortamda sessizlik, herkes saygıyla seni dinliyor. Çoğu gözlerini bir noktaya dikmiş, masada hüzün. Sen uzun havayı bitirirken son mısrayı aklındaki türküye bağlıyorsun, yan masa dahil etraftaki herkes nakaratı hep birlikte söylüyor “Bahar gelip lale sümbül açınca, Bizim eller Binboğa’ya göçünce”.
O türkü bittiğinde masanın kahramanı sen olursun Hocam. Uzun hava okumak, okusan bile herkesin olduğu bir ortamda buna cesaret etmek, etsen bile detone olmadan o akşamı tamamlamak, kahramanlığı hak etmektir.
Uzun hava ve bağladığın türkü tamamlandığında, herkes senin omzunu sıvazlarken, “nefesine sağlık” temennilerini sıralarken, içine buz atılmış 3. kadehini havaya kaldıracaksın, “hepinizin sağlığına” diyerek son noktayı koyacaksın.
İşte budur.
Budur, Hocam
Nadir AVŞAROĞLU
Temmuz – 2014