Üniversiteye başladığım ilk günü hatırlıyorum. Adana’dan “oğlum okumana bak. Anarşik işlerine karışma. Okulu tez vakitte bitir de gel.” nidaları ile ayrıldım. Ayrılış o ayrılış, bir daha Adana’ya sadece tatillerde ve bayramlarda bir haftalığına döndüm.
Üniversite kazandım diye Necmi Dayımın benim için diktirdiği takım elbise, Hazırlığın önü. Birine, kağıtta yazan bloğu sordum, eli ile göstererek bir kağıt verdi. “Fatsa’daki uygulamalara son. Faşist Vali Fatsa’dan defol”. Tırstım. Ulan daha ilk günden, Hazırlık öğrencisine bu yapılır mı? Benden başka bir kişi daha takım elbiseli idi. Zaten o günden sonra okulda bırakın takımı, ceket bile giymedim.
Taşradan gelmişim, Üniversite olgusu ile yeni tanışıyorum. Herkes bir yerlere yayılmış, kızlar oldukça rahat. Herkeste kot pantolon. Oysa babam senelerce bize kot pantolon giydirmediği gibi “adam olun adam, hippiliğe özenmeyin” diyerek son derece ulvi öğütler vermişti. Üniversitede kot giymeyen yok gibi. Bazılarında sakal, bazılarında saçlar uzun. En azı kirli sakal, birkaç gündür traş olmamış. Biri geçiyor, akademisyen olduğu belli. Hiçbir öğrenci adamı dikkate almıyor. Hatta Hoca önlerinden geçiyor, ayağa kalkmayı bırakın, kimse istifini bozmuyor.
Bunların hepsi benim için son derece şaşırtıcı idi. İlk gün tam bir şok. Ben Adana’dan ODTÜ’ye okuyacam, mühendis olucam feyzi ile gelmiştim. Babam benim gördüklerimi görse “Ulan bunlardan bu memlekete ne hayır gelir” diyerek söylenirdi.
Fakat bunlar daha hiçmiş. Ben asıl şoku yemekhanede yaşadım. Yemekhanede sıraya girdim. Yemeğimi aldım. Paşa Paşa yedim. O da ne. Yemekhanede yemekten sonra herkes sigara içiyor. Nasıl yani. Valla içiyor. Yahu yan taraftan Hoca geçiyor. Bunlar orada üstelik konuşarak gülerek sigara içiyor. Mapustan yeni çıkmış adamın bazı şeyleri algılamaması gibi. Ulan biz senelerce Adana Erkek Lisesi’nin tuvaletinde xok kokularının arasında korkarak sigara içtik. Her an Beton Mustafa baskın yapacak diye, çabuk çabuk içtik. Bu ne aymazlık, bu ne vurdum duymazlık.
Ertesi gün hayatımın en büyük özgürlüklerinden birini yaşadığımı düşünürüm. Patlıcan musakka, pilav, yoğurt vardı. Yemeği yedim. Ve sigarayı yaktım. İnanın o birkaç nefesi hala ciğerlerimde hissederim. Yine de yanlış olmasın diye etrafa şöyle bir baktım. Bayağı bir adam sigara içiyor. İlk akademisyen kılıklı adamı gördüğümde sigarayı şöyle bir avucumun içine aldım. Ama o sigarayı yemekhanede çok mutlu bir şekilde içtim.
İnanın özgürlüğü kaybedince daha iyi anlıyorsunuz. Senelerce Hoca, baba baskısı altında sigara içememişsin. Okulda tuvalette içmişsin. Dışarıda içtiğin sigara baban tarafından fark edilmesin diye posta kutusuna sakladığın kolonyadan bolca sürerek eve gelmişsin. Şimdi ODTÜ yemekhanesinde üstelik yemek sonrasında püfür püfür cugara tüttürüyorsun.
Hala anlatırım muazzam bir özgürlüktü.
Muazzam.
Onbir yıl önce sigarayı bıraktım.
17 kilo aldım.
Pehlivan gibi oldum.
Bu sene büyük destede Kırkpınara’a katılacam.
Bir arkadaşım diyor ki.
Sigara bırakılmaz, ara verilir.
Ama 10 saat ara verilir
Ama 10 gün ara verilir.
Ama 10 yıl ara verilir.
Sadece ara verilir.
Sigara bırakılmaz, sigaraya ara verilir.
Kızıma söz vermiştim. Sigarayı bıraktım. Pişman mıyım? Çok pişmanın. Kızımın kara gözlerinin yaşarmayacağını düşünsem ….
Yukarıdaki örnekte de olduğu gibi zor şartlardan, sıkıntılardan kurtulunca bir cugara tüttürmek gibisi yoktur.
İşte yorulmuşsun, akşam eve gelmişsin. Emek yoğun ve özenilmiş bir akşam yemeği. Çocuklarla sohbet. Yemek sonra göz kapaklarının kapanması. 15 dakika şekerleme. Tüm bunların sonunda Hanım bulaşığı yıkayıp, pişirdiği orta şekerli kahve ile yanına geliyor. Senin ayak ucuna oturuyor. Hanımla beraber, sohbet, orta şekerli kahve ve kısa Camel.
Yok böyle bir şey.
O sırada kısa Camel bir gidiyor.
Bir gidiyor.
Değme gitsin.
Özgürlüğü bir çok şekilde tarif etmek mümkün.
Bir tarif de benden olsun.
Sigara içmenin özgürlüğü olur mu ?
Hemi de nasıl.
Hala kısa Camel içen adamlara
İmrenerek bakarım.
İzin olsun mapushane içinde
Seni senden sormalara doyamam
Yarım döner cigaramın ateşi
Gitme dayanamam
Nadir AVŞAROĞLU
Ağustos – 2014