Sevgili Sıtkı,
Pazar sabahları muhteşemdir. Cumartesi akşamı çok kaçırdığından başın zonklayarak kalkarsın. 30 yıldır her Pazar sabahı “o son kadehi içmeseydim, iyiydi” diyerek uyanırsın.
Aslında beni uyandıran hanımın mutfaktaki takırtılarıdır. Masanın üstü nerede ise hazır, kahvaltı nerede ise tamamdır. En az 4-5 farklı peynir türü, menemen, siyah ve yeşil zeytin ve reçel. Ancak benim olmazsa olmazlarım, İzmir tulumu, zeytinyağı ve karpuz, ama ekmek mutlaka sıcak olacak, anamın gönderdiği köy tereyağını, anamın ayva reçeline süreceğim.
Tüm bu kahvaltıya rağmen bir Pazar gününün en önemli dakikaları bunlar değildir. Hanım mutfak işleri, çamaşır gibi işlerine dalar, kız zaten uykusunu alamadığından tekrar yatar, oğlan da kapısını kapatıp bilgisayarına dalar. İşte o anda salondaki üçlü kanepe, uzaktan kumanda sana kalır. Kanepenin hemen yanında sehpada 8 gazete, 2 dergi, ince belli bardakta demli çay ve kahvaltıda yenmeyen simitten arda kalanlar. Altta şort, üstte atlet, göbeğini kaşıyarak kanepeye uzanırsın.
Hayat budur Sıtkı Hocam
Hayat bu.
Bu pazarda aynısını yaptım. Önce gazetelere bir göz attım. Neleri okuyacağımı planladım. Tam çayımı tazelerken televizyonda yerel bir Karadeniz kanalında filme takıldım. Sinema tarihimizin en güzel filmlerinden biri.
Vesikalı Yarim …
Siyah-beyaz
Lütfü Akad,
Türkan Şoray
İzzet Günay
İstanbul kabadayısı Halil’in içli bakışları,
Ağır abi duruşları,
ve her kederlenişinde sigara yakışlarıyla,
Türkan sultanın güzelliğiyle zihinlere kazınan bir Lütfü Akad filmi.
Türkan Sultan, duru güzelliği ve gençliği ile karşında
Film boyunca o tebessümlerini,
O bakışlarını izlemeye doyum olmaz,
Aşık olur insan Sabiha’ya.
Vesikalı Yârim hiç izlemeyen birisi için klasik bir konuya sahip gibi gözükse de oyunculuklarıyla, film içindeki karakterlerle, inanılmaz çarpıcı ikili-üçlü diyaloglarıyla bambaşkadır, eşsizdir.
Vesikalı olsa bile kendince namuslu Sabiha, Sabiha’nın dünyasına çok yabancı, içine kapanık, yaşadığı hayattan sıkılmış ağır abi Halil, bu yasak aşkın şahidi olup ne oğluna ne de Sabiha’ya tek laf etmeyip saygı gösteren Halil’in babası, her şeyin farkında olup yaşadığı hayata razı gelmiş Halil’in karısı.
Önemli özelliklerinden biri güçlü diyalogları olan filmin
Kimi replikleri de klasikleşmiştir.
Sabiha: Her birimiz yolumuza gitsek.
Halil: Yolumuz?
Sabiha: Öyle!
Halil: Birleşti biliyorum?
Sabiha: Yok. Birleşecek gibi değil. Seni tanıdıktan sonra anladım bunu. Senlen beraber olduktan sonra sevgi de yetmiyormuş. Çok eskiden rastlaşacaktık.
Tüm filmdeki en can alıcı cümledir bu
“Çok eskiden rastlaşacaktık …”
Bu sahnede can acıtır
Daha ötesi yoktur.
Bu arada televizyonda bir reklam arası verilir
Hemen koşturarak önce tuvalete gidersin
Çayını tazelerken, hanımın çocuklar için ayırdığı
Patatesli gözlemeye gözün takılır.
Alt taraftan bir gözlemeyi kağıt peçeteye sararsın
Bir elde çay, öbür elde peçeteye sarılı gözleme
Filmi izlemek için tekrar yerini alırsın
Ağustos sıcağına rağmen hafif bir rüzgar eser
Efil efil tül perde yüzüne vurur
Film tekrar sarar seni
ve Türkan Şoray’ın iri, boncuk gibi gözleri
Sanırsın gençlik yıllarındaki Sophia Loren
Sade,
Yormayan ve anlaşılır,
ve ince bir hüzün sarıyor insanı.
Tam bir usta işi diyebileceğimiz film
Uzak durulması gereken film;
Zira bünyede kalıcı hasarlar bırakıyor.
– Evli miymiş sorsana.
– Soramam.
– Neden?
– Ya evet derse …
Bir de Sıtkı kardeşim
En az bu film kadar güzel
Orhan Veli’nin dizleridir.
Alnımdaki bıçak yarası
Senin yüzünden
Tabakam senin yadigârın
İki elin kanda olsa gel diyor telgrafın
Nasıl unuturum seni ben
Vesikalı yârim
İstanbul’dan ayva gelir nar gelir
Döndüm baktım bir edalı yar gelir
Gelir dersen dar gelir
Gün aşırı alacaklılar gelir
Anam, anam, anam,
Dayanamam
Bu iş bana zor gelir
Ve bu şiir
Anca bu kadar bestelenir
Buğulu, duygulu ve ciğerden
Anam, dayanamam
Bu iş bana zor gelir
Filmin akılda kalıcı unsurlarından biri de,
Şükran Ay’ın seslendirdiği şarkılardır.
Finalde çalan Kalbimi Kıra Kıra şarkısı,
Filmle özdeşleşir.
ve filmin sonu
Sabiha, Halil’i almaya gider her şeyi göze alıp
Manav dükkânına uzaktan baktığında
Halil’in çocuğunu kucağına aldığını görür.
O anda, Sabiha’nın hayallerinin çöküşünü görürsünüz
ve o çöküşü Halil’in babası da uzaktan görür.
Sabiha’nın ses çıkarmadan arkasını dönüp gittiğinde
Baba, Sabiha’ya bir kez daha saygı duyar, onun adına üzülür.
Tam, ben duygusallaştığım
Sabiha’ya üzüldüğüm bu anda
Salonun kapısı açıldı
Hanım içeri girdi
“Çocuklara ayırdığım gözlemeyi sen mi yedin
Bari altına bir tabak alsaydın, gözün kör olsun emi” dedi.
Tüm romantizm bitti.
Nadir AVŞAROĞLU
Ağustos – 2018