Rivayet odur ki; dönemin padişahı Kays’ın (Mecnun) Leyla’ya olan aşkı ile çöllere düştüğünü duymuş ve bu büyük aşka saygı duyarak her ikisini de sarayına çağırmış. Saraya gelen Leyla’ya bakan padişah karşısında esmer, kara, kuru bir kız görünce, Kays’a dönerek; “aşkından ve güzelliğinden mecnun olduğun Leyla bu mu?” diyerek sormuş. Kays’ın cevabı; “ah padişahım, onu bir de benim gözümle görebilsen”
Yıllar önce Ankara’ya üniversite eğitimi için geldiğimde, bozkırın ortasındaki bu kasaba irisi kenti en geç dört yıl sonra, okul biter bitmez terk edeceğim konusunda ne kadar kararlı olduğumu hatırlamam. Çocukluğumda Ankara’ya dair hatırladığım tek şey kâğıt 50 TL’nin üzerindeki süngülü, kasaturalı, miğferli asker fotoğrafıydı. Bıyıkları yeni terlemiş bir delikanlı olarak geldiğim bu şehirden kopamayacağımı asla düşünmemiştim. Üstünden nerede ise 40 yıl geçti, bu kenti giderek seviyor, giderek bağlanıyorum. Denizi olmayan bir kenti nasıl seviyorsun diyenlere de cevabım hazır, “yaşadıklarımı, anılarımı, paylaşımlarımı kısaca Ankara’yı benim gözümle bir görebilsen.”
Birçok kez Ankara’nın caddelerinde ve sokaklarında dolaşırım. Gençliğim, anılarım, sevdalarım, hatıralar. Bakmasını bilen gözlerin karşısına sürekli güzellikler çıkartan bir şehirdir Ankara… Çıkmaz bir sokak, ikindi vakti balkonda kahvesini yudumlayan yaşlı bir kadın, ferah, sardunya saksıları ile bezenmiş bir teras, duvarın üstünde patilerini yalayan kedi, okulun bahçesinde top oynayan çocuklar, torununu salıncakta sallayan bir dede, sarmaşıklı bir duvar; bir anda insanın karşısına çıkar, yüzünü gülümsetir. Çoğu zaman da arkasında büyük hikâyeler taşıyan yerlerdir bunlar üstelik. Ankara sokaklarında yürümeye devam edersin. 3. katta yaşlı bir mebusun evi, merdiven çıkamadığı için giriş katında oturan teyze, karşı dairede İngiliz sefaretinden emekli bir abimiz ve balkonda 7 yıl önce kaybettiği eşini düşünerek uzaklara dalan bir kadın.
İşte bu kentin en güzel yerlerinden biridir, Cinnah.
Cinnah denince bir Ankaralı’nın aklına yokuş gelir. Ama ne yokuş. Ankara’nın karında kışında, bozkır yazında bir insan burada nasıl yaşar, nasıl tırmanır burayı? diye düşünmeden edemezsin. Yokuşu çıkmak diye bir tabir vardır. Cinnah Caddesi için bu tabir “tırmanmak”tır. İlk kez arabayla Cinnah’ın yokuşunu çıkarken, sanki Everest’in zirvesine tırmanıyoruz hissiyatı uyandırır. Bunca yıldır Ankara’da yaşarım, sadece bir kere Cinnah’a tırmandım.
O nedenle, Cinnah’ın çıkışını değil, inişini tavsiye ederim. Atakule’den aşağıya o güzelim Botanik Parkı. Banklarda oturan insanlar, köpek gezdirenler, ağaç gölgelerinde çiftler ve baharın ilk güneşinde koşuşturan çocuklar. Cinnah’tan aşağıya doğru inerken sağlı ve sollu apartmanlara bakarsın. Yıllardır aynı yerde aynı işyerleri, aynı tabelalar. Belli ki, bir gelen bir daha Cinnah’tan ayrılamıyor. Baharla beraber o güzel ve yaşlı ağaçlar yaprak açar ve betonun soğukluğu bu yapraklar ve bahar güneşi arasında kaybolur. Sonra Cinnah evleri, konsolosluklar, epey geniş ve bakımlı bahçeleri ile çoğu güzel binalar. Caddeye bakan kısmında, geniş pencereli ve terasta çiçek saksıları ile Cinnah evleri.
İşte bu evlerin arasındaki en önemli istisna; Cinnah 19.
Cinnah Caddesi -eski adıyla Vali Dr. Reşit Caddesi- adını Pakistan’ın tarihi lideri Muhammed Ali Cinnah’tan alır. 1973-77 yılları arasında belediye başkanlığı yapan Mimar Vedat Dalokay, Pakistan’da katıldığı mimari bir projede aldığı ödül sonrasında, ülkenin liderinden etkilenerek caddenin ismini Cinnah Caddesi’ne çevirir. Atakule’den başlayıp Kavaklıdere ve Kuğulu Park kavşaklarına kadar yaptığınız bu yürüyüşün sonunda yavaş yavaş yokuş meyilini kaybederken, Kuğulu parkın kavakları görünmüşken, Cinnah 19, caddenin sağ tarafında kalır.
Asıl adı, Meydanlar Müdürlüğü İşçileri Yapı Kooperatifi Apartmanı olan Cinnah 19, havaalanında çalışan mühendis ve mimarlara mesken oluşturmak amacıyla 1954 yılında mimar Nejat Ersin tarafından tasarlanmış ve yapımı 1957’de tamamlanmış.
Cinnah 19, 15’i dubleks olmak üzere
Toplamda 17 daireden oluşan bir acayip apartman.
Dönemi için de modern-ütopikti,
Şimdi de öyle.
Bir acayip modern yani.
Caddeye dik bir konumda ve
Kuzeye yönelmiş manzaralı bir açıda duruyor.
Yapının dış mimari karakteristiğini oluşturan ve
Komple güney cephesini kaplayan,
Gölgelik işlevine de sahip tuğlaları dikkat çekici.
15 dubleks ve 2 normal dairesi ile 17 daireye sahip olan Cinnah 19, günümüzde bile lüks sayılacak dönemine göre ise ütopik olan teras katı özellikleri ile öne çıkar. Terasında bir yüzme havuzu, şömineli barbekü alanı ve güneşlenme yeri ile sakinlerine huzur vadeder. Tüm bu özellikler Ankara manzarası sebebiyle kuzey cephesine toplanmıştır. Şu an ise önünü kapatan, şehir siluetine uymayan yüksek katlı yapılar nedeniyle bu manzarayı görmek mümkün değil.
Yani toplu halde yaşama ve barınma kültürünün altı çizilerek, sosyalleşmek yahut ortak alanlarda birlikte bulunmak gibi daha kolektif bir apartman hayatını teklif eder bize. Bu bağlamda terasında yüzme havuzu, güneşlenme alanı ve şömineli oturma alanı gibi mekânlar bulunan Cinnah 19’un tasarlanma sürecinde de Avrupa’daki örneklerinden esinlenildiği düşünülebilir. Havuzu apartman kullanıma açıldıktan 10 yıl boyunca kullanılmış ancak sonrasında dönemin popüler hastalığı çocuk felci korkusuyla kapatılmıştır. Bildiğim kadarı ile günümüzde hala kapalı durumda.
Yanından geçenlerin kayıtsız kalamadığı, görenlerin birbirine anlattığı ve bakanların bir daha baktığı bu bina, “acayip” mimarisiyle, dönüşüm zamanını temsil eden 50’ler-60’lar Türkiye’sindeki etkin mimari akımların doğurduğu bir sonuç olarak da okunabilir. Yapılırken neler tasarlandığı ya da ne düşünüldüğünü anlamak mümkün, ancak birincil kişi yani projenin mimarı olan Nejat Ersin 2010 yılında 86 yaşındayken vefat etmiş.
Cinnah’ta dolaşırken en çok bu apartman dikkatini çeker, hayranlıkla izlersin. Sigara içtiğin günler aklına gelir. Şimdi şu karşı duvara oturup, bir sigara içmek ve bu güzelim binada neler yaşanmış, ne hüzünler, ne acılar, ne buluşmalar, ne kavuşmalar ve ne aşklar yaşanmış, hissetmek istersin. Sigara biter ve Cinnah 19’dan Kuğulu’ya doğru inerken arabayı nereye park ettiğin aklına gelir.
Kısaca; 1950’lerde yapıldığı yıllarda yaşamak varmış bu apartmanda. Etrafı boşken daireden bakıldığında uzaklarda dağların gözüktüğü tek tük apartmanların etrafa serpiştirildiği, caddeden arada sırada Pontiac, Buick, Plymouth marka arabaların, boynuzlu denilen troleybüslerin geçtiği yıllar. O yıllarda Cinnah 19’un terasından Ankara’yı seyredeceksin. Mutlaka bir yaz günü, kuşluk vakti olmalı. Güneş henüz tepede değil, tatlı eğimiyle Yenişehir’i aydınlatıyor, ısıtıyor. Karşı apartmanda Frank Sinatra plağı çalarken, Kızılay’a doğru konsolosluklar, Soysal İşhanı ve bodrumundaki Restoran Cevat, hemen aşağıda Piknik, tepesinde kocaman ve ters haliyle Kızılay binası, aşağıda Büyük Sinema, kolormatik gözlüklü kravatlı adamlar, saçları yapılı havalı güzel kadınlar…
Cinnah 19, bugün hâlâ Ankara’nın en özgün ve en güzel binalarından biri olarak yokuşun başında yola dik bakarak bekliyor. Sakinleri böyle bir apartmanda oturuyor olmaktan gayet memnunlar. Ofis ve ev olarak kullanılıyor daireler ama bu apartmanda kiralık bir daire bulmak hâlâ büyük bir hayal. Binada bir süredir Mimarlar Derneği 1927’nin de ikamet etmeye başlaması Cinnah 19’un varlığı ve mevcudiyeti için hayati bir dönüm noktası olmuş. Güney cephesini oluşturan tuğlalardan bazılarının çürümesiyle oluşan hasar, derneğin de gayretleriyle giderilmiş durumda. Artık yaşlandım. Eskiden olduğu gibi gezemiyorum. Hele o yokuşları hiç göze alamıyorum. Ama Cinnah 19, beni hala orada beklediğini bilmek güzel. İçimi ısıtıyor.
Nadir Avşaroğlu
Mart – 2021
NOT: Yazı wikipedia.org ve Dilay Özcan’ın “Ah o Apartmanda Biz de Yaşasaydık” Mimarlık Dergisi, esinlenerek hazırlanmıştır.